Tam da Yalı Almanın Sırası
Haberi okuduğumda, “Yalandır.” dedim, önce. Sonra, Bakan Bey yalanlamayınca, “Bu ne gaflet?” diye köpürdüm. “Ne o, sen de mi?” diye şaşıran bir arkadaşım, yalıyı kıskandığıma kadar işi götürdü. “Ama, seçimden önce almış yalıyı.” dedi.
İyi de arkadaş! Mesele seçim mi? Gezi’yi kıl payı atlatmışız. Yolsuzlar yüzünden, 17-25 Aralık’ta yüreğimiz ağzımıza gelmiş. Uykularımız kaçmış. Yalı almanın sırası mı? Kime anlatabilirsin helâlinden aldığını? Yâni buradaki mesele, yalının parası değil, yalı almanın zamanlaması.
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar ya Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin yalısına takıldım kaldım. Hani şu, 11 milyona alınan yalıya.
Sermâye düşmanı değilim. Allah, daha çok versin. Müslümanların zengin ve güçlü olmasından yanayım. Yanayım da Müslümanın akıllı fikirli olmasından da yanayım.
“Yırtık donlu Nihat, yalı aldı.” ifâdesine bozulmuş Nihat Zeybekci. Önce, bu ifâdeyi çok çirkin bulduğumu söyleyeyim. Adam, iş kurmuş; yıllarca çalışmış, çabalamış. Yalı da alır köşk de. Sana ne? Bana ne?
Ama…
Yırtık donlu Nihat fotoğrafı, Zeybekci’nin banka kasasındaydı da gazeteciler banka basıp ele geçirmedi. Bakan, bizzat kendisi seçim malzemesi olarak kullandı. Hiç hakkı yok kızmaya. Hep derim. “Meydâne düşen kurtulmaz, seng-i kazâdan” Siz bu fotoğrafı basına servis ederseniz, birileri de yeri gelince hatırlatır.
“Sen, zâten, Bakan Beyle hanımının Pamukkale travertenlerindeki romantik pozlarını da kıskanmıştın.” dedi arkadaşım.
Hadi buyrun! Sermâye düşmanı olmam yetmedi; mutluluk düşmanı da oldum. Doğru ya… Evlilik yıldönümleri vesilesiyle Nihat Zeybekci ve hanımının, Pamukkale’de gün batarken verdiği pozlara da bozulmuştum. Gazetecilerin gözü önünde, on beş dakika ele ele dolaşıp poz vermeyi pek hoş bulmamıştım. Bu konularda biraz eski kafalıyım gâliba. Bana göre evlilik yıldönümü iki kişi arasında kutlanır. Milletin gözüne sokulmaz. Hem bu memlekette bütün evli çiftler, romantik yıldönümü kutlamıyorlar. Her evin kapısı kapalı; et mi kaynıyor dert mi? Milletin önünde mutluluk pozları vermeyi, bir bakana hiç yakıştıramamıştım.
Ekonomiden anlamam; ekonomi haberlerini de pek okumam. Ekonomi bakanı kim deseniz normalde onu bile bilmem. Ama iki gündür, ekonomi bakanının konuşmalarını okuyorum. Her kuruşun hesabını vereceğini söylemiş Nihat Zeybekci. Buna kuvvetle inanıyorum. Ama bâzen, mesele, her kuruşun değil; her hâlin, her sözün hesâbını vermektir. Meselâ; özgeçmişe yazılan “London bilmem ne okulunda alınan ekonomi eğitimi”ni, daha sonra özgeçmişinden silmek gibi. Özgeçmişlere, böyle afillli şeyler yazma ihtiyacı neyin kompleksi? Bu memleketin mekteplerinden mezun olmak ayıp mı?
Sınıf atlarken böyle kazâlar oluyor maalesef. Bir yandan ne kadar modern olduğunu ispata çalışırken bir yandan da “Ben aslında köylüyüm.” edebiyatı yapanlara çok rastladım. Sürekli, çocukken çobanlık yaptığını, kaval çaldığını söyleyen bir yazar, hanımıyla birbirlerine “aşkım” diye hitab ettiklerini söylediğinde, gülmemek için kendimi zor tutmuştum.
Bakan Bey, bir konuşmasında, 1 Kasım seçimlerinde neler yapılması gerektiğini anlatırken salondan bir ses yükselmiş:
“Fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekiyor.”
Evet. Şu sınıf atlama, öteki mahalleye yetişme merakını bırakıp fabrika ayarlarına dönmemiz âcilen gerekiyor. Öteki mahalle kompleksimiz sürdüğü müddetçe, çok kazâya kurban gideceğiz.
Bakanın, bu isyana verdiği cevâp çok ilginç:
“Fabrika ayarlarımızdan hiç ayrılmamıştık. Fabrika ayarlarımız hep denkti. Ama sanki üzerimizde hafif bir rehâvet toprağı olmuş olabilir. Onu şöyle bir üfleyeceğiz; sonbahar yağmurlarıyla yıkayacağız.”
Rehâvet toprağı mı? Üfleyince geçer mi? Sizi bilmem ama ben, üzerime yalı düşmüş gibi hissediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.