İlla Eğitim Ama “Millî” Olarak
Bugünlerde pozitivizmin Türkiye’ye gelmesini, Devlet bürokrasisinin Batılılaşmasını, Müslüman bir devlet ve toplumun “Batılılaşma” adı altında “kafirleşmesini” araştırıyor, üstüne kitaplar okuyorum. Son aşamasına getirdiğim bir kitap için bütün bunlar. Adı değişmezse “Batılılaşma İle Hesaplaşma” olacak inşallah. “Batılılaşma Serisi”nin şimdilik son kitabı.
Görüyorum ki müslüman bir milleti okullarla küfre dönüştürmüşler. Batıda bile kolay kolay bir kütüphanede bulunmayan pozitivizmin en temel kitapları okul kütüphanelerine girmiş. Öğrenciler pozitivist bir eğitimden geçiyor. Bu arada okudukları akaid, fıkıh, tefsir gibi derslerin hiçbir etkisi kalmamış. Ama üvey evlat muamelesi ile etkisi yok.
Cumhuriyet ise zaten pozitivizme teslim. Pozitivizm, yani bilimin tanrılaştırılması.
Sonuç mu?
Gördüğünüz gibi!
Şu anda bile en büyük derdimiz hala eğitim. Acaba düzelir mi? Düzelirse nasıl düzelir? Allah’tan umut kesilmez! Bir öğretmen olarak içim parçalanıyor…
“Türkiye Müslümandır” diyoruz, öyle mi?
Okulunda Kur’an seçmeli ders. O da daha dün oldu. böyle müslümanlık mı olur?
Ya Kur’n’ın dili? Arapça ile okulların arası nasıl?
Okullarda Arapça yok. Ve burası Müslüman bir ülke. İslâmiyetin vahiy dili olan Arapçayı ve kökü olan Sami dilleri de bilmeyen, öğretmeyen bir Müslüman ülke.
Olur mu?
Olmaz!
Türk Dili hala Farsça kelimelerle dolu. Osmanlı Arapça ve Farsçayı iyi öğretirdi aydınına. Okur, yazardı. Hatta edebiyatıyla birlikte. Arapça ve Farsça şiir yazan çok Türk vardır. Şimdi ise ne Farsçadan, ne de İran denilen dünyadan haberimiz yoktur.
Türkiye Bizans İmparatorluğu’nun vârisidir, ama Hellen dili öğretimi yoktur. Tarihten haberdar değiliz. Batılılaşmadan bahsederiz, doğru dürüst bir Batı dilini bilmeyiz. Aydınımızdan bahsediyorum. Batıdan habersiz Batıcılardan yani.
Ne olacak bu halimiz?
Bu zaaflarımızla ne yapabiliriz? Ne Avrupa’yı, ne Asya’yı tam anlıyoruz. Etrafımız düşmanla dolu diyoruz. Fakat bu halimizle bu hasım dünya ortasında kendimizi müdafaa edebilmemiz, kendimizi yeniden üretebilmemiz, gelecek nesillere sağlıklı kültür aktarabilmemiz mümkün müdür?
Gençlerimiz zengin bir kültür mirası alıp, bunun bilincinde olmadıkları için, yani bir kimlik bilinci oluşturamadıkları için, azıcık okuyan kaçıyor ve kayboluyor. Çünkü kimliğin, kişiliğin, aidiyetin iyi bilinip oturmadığı, hiç olsun benimsenmediği bir yerde; vatan ve millet de benimsenip sevilemez. Vatan sadece bir hatıra yurdu olarak sevilirse, bir nostalji olarak değer verilirse, nasıl uğrunda ölünür? Şair diyor ki; “Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır.”
Acaba kaç çocuğumuza bu topraklar vatandır?
Tarih benimsenemezse coğrafya benimsenmez, dolayısıyla kimlik eksik kalır. O zaman vatan, karın doyurmaya yarayan yerdir. Orası Almanya da olabilir, Amerika da, Türkiye de. Böyle yaşayan garip topluma millet mi denir?
Bu eğitimden sadece doktor ve mühendis çıkıyor. Tüccarlarımız, sanayicilerimiz de el yordamıyla kendileri yetişiyor. Başka bir ciddi ilim de yok, ilim adamı da yok. Ne ilahiyatçı, ne hukukçu, ne tarihçi, ne siyaset ve devlet adamı çıkmıyor. Vaziyet meydanda…
Dünyaya açılmak ve kaybolmadan yaşamak için, kendi din, devlet, tarih ve medeniyetimizi iyi bilmemiz, kendimiz kadar dünyayı da koruyup kollayacak bir bilgi ve kültür açılımı gereklidir.
Ne yapıp etmeli, eğitimi “millî” kılmalıyız.