Canları Cehenneme 2
İnsan dünyada birçok şeyini tayin edebilir; işini, mesleğini, davranışlarını dahi bir ölçüde tayin edebilir. Hatta beğenmezseniz sonradan yaşayacağınız ülke de seçilebilir. Vatanı aslî bile değişir. Fakat elde olmayan bir şey, hangi ırk, renk ve dil ile dünyaya gelineceğidir.
Bu konuda birisi garip bir örnek anlatır; “Meselâ, Rus anne ve Arap babadan evlilik dışı olan bir bebek İsviçre’de bir kilisenin kapısına bırakıldığı için -ki öyle vakalar oluyor- sonunda mahallî makamlar tarafından bir yetimhaneye kaldırılır ve İsviçreli bir çocuk olarak büyür. Belli ülkede doğulur, yaşanan ülke değiştirilebilir, ama böyle istisnalar dışında ebeveynin kimliği bireyinki olur. Dolayısıyla, hangi ülkede, hangi aile ile hangi dille doğacağı ve nasıl büyüyeceği bir bebeğin elinde değildir. Kimlik ülkedir, her anlamda sınıfımızdır.( Bkz. İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, s. 61.)
Ancak, maddî manevî olarak birçok unsurdan oluşan “kimlik” de önemlidir. “Kimlik hayatımızı tespit eder, bazı insanlar bir araya gelmiş, yolunu tam da çizemedikleri bir tarih ve coğrafyada, bir ülke meydana getirmişler. Bu durumda, kuşkusuz devlete has birtakım organlar ortaya çıkar: Polis, ordu vs; bunlarsız yaşayamıyoruz, mümkün değil.
Birey olarak da kendimizi bu organların sahası dışına çıkaramıyoruz. Burada, çoğu Türk olmakla beraber bir çok ırktan oluşmuş bir millet var, bir Türkiye var. O yüzden “ben beynelmilel bir adamım” diye tek başınıza yolunuza gidemiyorsunuz. Zira muhataplar beynelmilel değil ve sizi milletin kompartımanı içinde ele alırlar. Hiçbir şekilde kimlik sahibi olmadan hayata devam edemezsiniz, mümkün değildir ve bütün organlarla birlikte de bu kimliğin siyasî teşekkülüne bağlısınızdır.
Bu olmadığı takdirde, 20. yüzyılın son çeyreğinde hatta son 10 yılında, iki korkunç dünya savaşından, katliamlardan sonra gördük ki, devletsiz toplumların insanları bu yokluğun bedelini her zaman çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kalıyor. Bunu Kafkasya’da, Bosna’da gördük. Hiç arzu etmiyoruz; ama öyle anlaşılıyor ki bu facialar daha da görülecek.
Batılılaşma sorunu ile karşı karşıya gelen Osmanlı İmparatorluğu dediğimiz zaman bu batılılaşmanın yarattığı en büyük tepki veya yansıma hiç şüphesiz ki milliyetler sahasında, etnik anlamında görülmüştür. Yoksa Osmanlı toplumunda “millet” demek, bugünkü “nation” anlamında bir kelime değildir, bunu biliyoruz.
İlber Ortaylı dikkat çeker: “Milleti bugün doğru kullananlar, “millî görüş” ve “millî gazete” diyenlerdir. Millet kavramı bir cemaate, bir inanç grubuna hitap eden bir sözdür. Onun için “nation” ve “national” karşılığı olarak mutlaka ulus, ulusal, ulusalcı deyimlerini kullanmamız lâzım.( Bkz. İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, s. 61.)
Biz de millet dediğimiz zaman Türk, Kürt, Arap vs. ırkları değil, bütün bu ırklardan oluşan Müslümanları kastediyoruz. Millet demek, İslam dinine iman eden toplum demektir. milleti sevmek, bütün muvahhid Müslümanları sevmektir.
PKK bunu yapamıyor. O yüzden ırkçıdır ve lanetlidir. Başka yapamayanlar varsa onlar da lanetlenmişlerdir Peygamber Efendimizin (sav ) diliyle.
Dileriz Allah ıslah eylesin cümle kafirleri, fasıkları, facirleri, canileri. Dileriz günahlarına tövbe etsinler de millete katılsınlar.
Yoksa, canları cehenneme!..