Râbiatü’l-Adeviyye İslam Kız Mektebi
YAZILARIMI devamlı okuyan okuyucularım bilirler. Bendenizin yüzlerce projesi içinde gerçek İslam mektepleri açılması ile ilgili olanı da yer almaktadır. “Konya’da Mevlânâ Celalüddin Rûmî İslam Mektebi” başlıklı yazım bunlardan biridir.
İslam dini ve kültürü, yetişkin erkek ve kız çocuklarının birlikte karma eğitimle okutulmasına izin vermediği için Müslümanların sadece kızlar için çok vasıflı ve güçlü liseler açması da gerekir.
Aşağıdaki yazım, böyle hayalî bir kız İslam mektebini tasvir etmektedir.
Bazı saf kimseler mektuplar göndererek, bahsettiğin bu lisenin adresini, telefon numarasını ver de, çocuğumuzu oraya kayd ettirelim diye müracaat ediyorlar. Heyhat heyhat heyhat!.. Türkiyeli Müslümanlar ne erkek, ne de kız evlatları için gerçek güçlü okullar açmıyorlar, açamıyorlar, hattâ gündemlerinde böyle bir madde ve konu yok. Eskiden din hürriyeti yoktu, bugün ise yüzde yüz olmasa da hayli hürriyet var. Müslümanlar isteseler, niyet etseler, kültürleri ve ufukları yeterli olsa böyle okullar açamazlar mı? Para mı yok? O da var.
Hayalimdeki İslam kız Mektebi ile ilgili hayalî röportajım aşağıdadır:
Râbiatü’l-Adeviyye İslam Kız Mektebi, etrafı korunmuş büyük bir korunun içinde… Röportaj konusunda zorlukla izin alabildim. Anlaştığımız tarih ve saatte ana kapıya geldim. Formaliteler tamamlandıktan sonra ağaçlar, parklar, bahçeler içinden geçerek İslam mimarîsine göre inşa edilmiş mektebe geldim. Müdire Hanım Mısır’da İslam İlahiyatı, Heidelberg Üniversitesi’nde felsefe, Milano’da sanat tahsili yapmış; yüksek lisans ve doktora sahibi münevver bir İslam hanımıydı. Bürosuna baktım: Yerde harika Gördes ve Uşak halıları, uçta akaju ağacından on iki kişilik oval bir toplantı masası, duvarlarda vitrinler, kütüphaneler, antika kitaplar, porselenler; yazıhanesinin arka tarafında üstte “Cennet annelerin ayakları altındadır” levhası. Hizmetlere bakan bir hanım önce zarf içinde fincanlarla Türk kahvesi getirdi, yanında sakızlı lokum ve bir bardak Hamidiye suyu. Sohbetin ortasında da nefis kesme kristal bardaklarda enfes bir çay ikram edildi.
Mektep bu sene ilk mezunlarını verecekmiş… Burası bir din mektebi değil. Bildiğimiz klasik bir lise. Fen derslerine ağırlık verilmiyor. Türkçe, Arapça, İngilizce çok yüksek seviyede öğretiliyor. Son sınıfa gelen bir kız bu üç dilde konuşabiliyor, yazabiliyor.
Mektebin masraflarının bir kısmı Evkaf-ı İslamiye tarafından karşılanıyormuş.
Müdire Hanım, arzu buyurursanız birkaç sınıfı gezelim dedi… Önce hüsn-i hat dersine girdik. Hocası, icazetli bir hattat hanım. Liseyi bitiren her kız hat icazetine de sahip oluyormuş. Şimdiye kadar ortaya konulan hatları gösterdiler. Fevkalade yazılardı.
Ziyaret ettiğimiz ikinci sınıfta Osmanlıca edebiyat dersi vardı. O gün Fuzulî Divanı’nın orijinal Osmanlıca metninden parçalar okunuyor ve şerh ediliyordu. Edebiyat muallimesi hanımefendi “Efendim, buyurunuz divandan seçeceğiniz bir parçayla öğrencilerimizden birini imtihan ediniz dedi”, teşekkür ettim, arka sıradaki bir kızcağıza “İlm kesbiyle pâye-i rif’at / Arzu-yi muhal imiş ancak / Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak…” dörtlüğünü verdim. Osmanlıca metinden güzelce okudu ve harika bir metin şerhi yaptı. Tebrik ettim ve müdire hanımdan izin alarak cebimdeki dolma kalemi ona hediye ettim…
Üçüncü dershanede tarih dersi vardı; Sultan Abdülaziz Han’ın tahttan indirildikten sonra Ortaköy Fer’iye Sarayları’ndan birinde nasıl şehit edildiği müzakere ediliyordu. Kürsünün üzerinde beş on kaynak kitap gözüme çarptı. Üstad İbnülemin Mahmud Kemal’in Son Sadrazamları, Yılmaz Öztuna’nın konuyla ilgili kitabı vesaire. Tarih muallimesi hanımefendi Sultan Abdülaziz’in intihar mı ettiğine yahut şehit mi edildiğine dair öğrencilerinden birine bir çalışma yaptırmış; onu çağırdı, kız merhum Sultan’ın şehit edildiğine dair fevkalade mantıklı, delilli, şahitli, ispatlı bir konuşma yaptı. Ne kadar düzgün Türkçe konuşuyordu. Tutukluk yok, rekâket yok, cümlelerde bozukluk yok.
İslam Kız Mektebi’ne ayakkabı ile girilmiyordu, Japon okullarında olduğu gibi kapıda ayakkabılar çıkartılıyor, terlik giyiliyordu.
Okulun camiini gördüm. Beş vakit namaz kılmak mecburiymiş. Okulun maaşlı ve yaşlı bir imamı varmış.
Rabiatü’l-Adeviyye Kız İslam Mektebi’nde geleneksel sanatlarımızla ilgili on beş atölye mevcuttu. Osmanlı işlemeleri… Müzelerdeki iki üç bin yıllık antika çömleklerin replikalarını yapan bir seramik atölyesi… çini ve porselen eşyalar… el dokuması kumaşlar… tabiî boyalarla renklendirilmiş ham ipek ve kaşmir başörtüleri…
Okulun matbaasında aylık “Hanımlara Mahsus Gazete” yayınlanıyordu. Latin harfleriyle değil, Osmanlıca yazıyla.
Anladım ki, bu okul Türkiye’ye dindar Halide Edip’ler kazandıracaktır.
Öğrencilerin kıyafetleri:
Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet’in başında kız liselerinde, kız öğretmen okullarındaki kıyafet esas alınmış, öğrenciler tek renkli çarşaflara bürünmüşlerdi.
Okulda çok yaşlı birkaç öğretmen dışında erkek öğretmen vazife görmüyordu.
İslam âleminin en az yirmi ülkesinden talebe vardı.
Üç saat süren röportajdan sonra Müdire Hanım’a ve yardımcılarına teşekkür ederek ayrıldım. Türkiye Müslümanları böyle bir kız mektebi açarak gerçekten övgüye layık bir hizmet etmişlerdi. Geleceğe güvenle bakabilirdik.