HDP’nin Oyları
1 Kasım seçimlerine sayılı günler kaldı.
AK Parti kurmayları tek başına iktidar olabileceklerini, bıçak sırtında bulunduklarını söylüyorlar.
Anketçiler de AK Parti ile CHP’nin oylarında bir nebze de olsa artış, MHP’de ise düşüş olabileceği ancak tek başına bir iktidarın zor göründüğü tahmininde bulunuyorlar.
HDP oylarıyla ilgili herhangi bir tartışma ise yok!
Üzerinden henüz 5 ay geçmiş olan 7 Haziran öncesi ana gündem maddesi HDP’nin barajı geçip geçemeyeceğiydi oysa.
Bugün ise HDP’nin baraj sorunu olmadığı konusunda herkes hemfikir.
Bölücü terör örgütü ile bağı ortada olan HDP’nin yüzde 13 oyu kanıksanmış, normalleşmiş durumda.
- 7 Haziran öncesine kadarki seçimlerde aldığı oyların ortalaması yüzde 6’yı bile bulmayan HDP bugün yüzde 13 bandında nasıl oturabiliyor?
- Sırtlarını PKK’ya, yani bölücü terör örgütüne dayadıklarını açıkça dile getirebilen, PKK’nın devleti, güvenlik güçlerini tükürüğüyle boğacağını söyleyen bir yapının her 100 seçmenden 13’ünün oyunu alabiliyor olması ne anlama geliyor?
- PKK var olduğu müddetçe, göbekten bağlı bir HDP diğerleri gibi bir siyasi parti olarak görülebilir mi?
- Ülkenin birlik ve beraberliği adına burada bir tehlike söz konusu değil mi?
Nedense bu sorular hiç gündeme getirilmiyor, aksine özenle gözlerden kaçırılıyor?
Ve en önemlisi bu tablo kimin, neyin, hangi politikaların eseri, hiç ağızlara alınmıyor.
7 Haziran sonrasında HDP oylarında görülen artış tümüyle “PKK baskısına” bağlanmıştı.
Seçimlerin ardından açılımlar nedeniyle oy kaybedildiğinin fark edilmesi üzerine Çözüm Süreci’nden çark edilip, PKK’ya karşı büyük bir mücadele başlatılmıştır.
Örgüte ciddi bir darbe de vurulmuştur.
Bu, PKK’nın seçmen üzerindeki baskısının zayıflaması anlamına geliyor.
E o zaman HDP oylarının da düşmesi gerekmez mi?
Ama yok.
7 Haziran’a oranla aksine yükseliş bekleniyor.
Nasıl oluyor bu?
7 Haziran’da AK Parti’den MHP’ye kayan üç beş oyun nedenleri enine boyuna değerlendirilip, “geri nasıl alınır”a kafa yorulurken, HDP’nin yüzde 13’ü neden hiç sorgulanmıyor?
Değerli okurlar,
Sanırım bu konuların ucu Çözüm Süreci’ne, zehirli açılım politikalarına dayanıyor da ondan.
Bakın, gerek şehirde gerekse dağda elinde kaleşnikof olanın adı bellidir; devlet olarak görünce tanır gereğini yaparsınız.
Peki ya elinde silah olmaksızın aynı zihni yapıya sahip olup, ilk fırsatta şekil ve mekan olarak onlara dönüşebilecekleri ne yapacağız?
İşte Çözüm Süreci denilen açılım politikalarının açtığı asıl tahribat burada yatmaktadır.
Bugün için elinde silah olanları bir noktaya kadar etkisiz hale getirebilirsiniz ama bu örgütün zayıflaması, bitmesi anlamına gelmeyecektir.
Bir kişi ölür, yerine 5 kişi geçer.
Maalesef Çözüm Süreci politikaları sonucunda PKK bu potansiyele kavuştu.
Çünkü açılım adımlarıyla Kürt gençlerinin büyük bir bölümü Kürtçülükle tanıştırılmıştır;
Bu gençlerin devleti “zalim ve katil”, PKK’yı ise “haklarını arayan bir kahraman” olarak görmelerine zemin hazırlanmıştır.
7 Haziran öncesi hem de AK Parti’ye yakın anket firmasının araştırmasından çıkan sonucu hatırlayın:
İlk defa oy kullanacak gençlerin tercihleri sorulmuş, yüzde 18’i HDP demiştir.
Bu gençler bugün dağda olmayabilir, bu gençlerin elinde bugün silah bulunmayabilir…
Ama bu hep böyle kalacakları anlamına gelmiyor.
“Demokrasi var, isteyen istediği partiye oy verir”.
Elbette öyle.
Lakin varlığını sürdüren terör örgütüne sırtını dayamış bir “parti” diğerleri gibi normal bir siyasi parti olarak görülebilir mi?
PKK olmasa, zihinler, düşünceler elbette sorgulanamaz. Ama PKK var ve kahpe eylemlerini sürdürüyor, bölücü emellerinin peşinde koşmaya, körpe beyinleri zehirlemeye devam ediyor.
Bugün gelinen noktada, PKK’ya ciddi bir zayiat verdirilmiştir ancak örgütün elebaşları öylece yerlerinde durmaktadır. Üstüne bir de örgütün tabanı olabildiğince genişlemiştir.
Bu genişleme bugün için HDP’ye oy olarak yansımaktadır.
Peki ya yarın, nerede ne şekilde ortaya çıkabilir, hiç düşündünüz mü?