“Hangi derdimize yansak-ağlasak?”
Anlaşılan o ki, geçmişte şairlerimiz de dert çıkmazına girmişler...
Gözaltılar ve salıvermeler masa tenisi topu gibi gidip-gidip geliyor...
Diyeceksiniz "sana ne"...
Kabul ettim, bana ne...
Yahu ben bu ülkenin insanıyım... Tek parti dönemi diktasını yaşadım, bilahare önümüze konulan, adına "demokrasi" dedikleri şıllığı gördüm... Arkasından "darbeler" sökün etti ve bunalttı aklı yetenleri...
Elbette konuşma hakkımız olmalı... Olmasa bile, konuşma/yazma hakkımızı sonuna kadar savunmalıyız...
Şu hale bakar mısınız?
Adı haşa huzurdan, "Demokratik, laik hukuk devleti"dir...
Bilcümle mütegallibenin 'istemezük' çığlıklarına, envai tür dalaverelere rağmen Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi...
Sayın Gül'e sorsanız ne der?
"Türkiye demokratik, laik, hukuk devletidir..."
Sahi öyle midir sayın Cumhurbaşkanı?
Doğru söylüyorsanız, muhterem eşiniz Hayrünnisa Gül neden yabancı ülkelere gittiğinizde her toplantıda yanınızda oluyor da Türkiye'de kendi tertiplediğiniz yemeklere katılmıyor/katılamıyor?
Egemenlerin öfkeleneceğini biliyorsunuz değil mi?
Çankaya ne senindir, ne de bir başkasının...
Orası milletin parasıyla yapılmış, tezyin edilmiş, önemli bir yer...
Cumhurbaşkanları bugüne değin eşleriyle verdiler davetleri...
Amma şimdi???
Cumhurbaşkanının başörtülü eşi toplantılara giremiyor...
Bu mudur 'demokrasi?', bu mudur 'laiklik', bu mudur 'hukuk devleti?'
Nereden baksanız görünmez bir diktanın gölgesi çıkıyor karşınıza...
Yoksa kollektif bir diktanın güdümündeyiz de haberimiz mi yok?
Ben bir yazar olarak, her devirde tesbit ettiğim sakatlıkları eleştirerek geldim bu günlere...
Bir siyasi partinin başkanı, Başbakan'a 'gevezeliği bırak' diyorsa, diyebiliyorsa, biz de inandıklarımızı söylemek zorundayız...
Amma o Baykal'dır diyeceksiniz...
Anlıyorum, konuşmaya başlayınca değirmen şakşakısı gibi biteviye laf öğütür...
"Ele verir talkını, kendi yutar salkımı" aklıma geldi...
Bir de "Milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılsın" tavsiyeleri...
Zahiren mantıklıdır...
Dokunulmazlık zırhını giyen kim olursa olsun, vatanın asli sahiplerine tepeden bakarlar...
Amma bu zırh kalkarsa neler olur bilir misiniz?
AKP içinde 'Allah' diyenleri, Cami'den, Kur'an'dan bahsedenleri suç sayarak parti kapatma davası açan sevgili hukukçumuz Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasamızda yer alan, bir siyasi partinin yabancı ülkelerden bağış, hibe kabul etmeyeceği hükmüne rağmen, CHP'nin bir Alman vakfından 85 bin Euro aldığı kesin delillerle alenileşmesi karşısında kılını bile kıpırdatmıyor.
Korkuyor mu, sevgisinden mi, bilinmez...
Belki de sayın Baykal'ın "çatışma çıkar" tehdidini hatırlamış olmalı...
Ya AKP veya diğer partiler ne yapsın?
Valla bizde bu hukuk demiyorum, bu hukukçular olduğu müddetçe eğer dokunulmazlıklar kalkarsa TBMM'de CHP'li üyelerden başkası kalmaz gibime geliyor...
Anayasa Mahkemesi üyelerinin mensubiyetleri malum... Danıştay'ın tavrı da verdikleri kararlarla biliniyor ki, vatandaş "Keyf için hiçbir gerekçe göstermeden iktidar aleyhinde dava açsanız kazanırsınız" fikrine sahip...
Baykal'ın acelesi var...
Seçimle elde edemediğini Onursal Sabih'in telkin ve tavsiyeleri ile elde etme derdine düşmüş...
Hukukçularımız elbette tamamen hukuk dışına çıkıyor değil... Çok değerli hukukçularımız vardır, amma "brifing" almadıkları için uzakta tutuluyorlar... Kim ki sülaleboyu "çürük raporu" alıyorsa, makbuldür bu devirde...
Hele bir de Yüksek Yargı'dan emekli olanlara bakar mısınız?
Tamamına yakını solcu ve CHP'li çıktılar... Yani bizi bunlar mı yargılayacak? Verdikleri kararlar meşru olsa da adil midir?
=============
Samimi hastalar hep zahmet görüyor
Bak bayat numaralar rağbet görüyor
Yol var cezaevinden hastaneye
Ahiri tahliyedir millet görüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.