‘Büyük devletler kurmak’ hayalinde, ayaklar suya değmeye mi
‘Büyük İsrail artık bitti. Büyük İsrail Projesi diye bir şey yok artık.. Kim bu söylemi tekrarlarsa, sadece kendini aldatır..’
Evet, bu müthiş sözü söyleyebilmek, hele de siyonist İsrail rejiminin tepe noktalarına gelmiş bir siyasetçi için kolay değildi.. Ama, bu sözü hakkındaki yolsuzluk iddialarından dolayı dün istifa etmek zorunda kalan siyonist İsrail rejimi başbakanı Ehud Olmert söyleyebildi..
Hatırlayalım, 4 Kasım 1995 akşamı, İzak Rabin de, İsrail Başbakanı olarak, başkent Tel-Aviv’de onbinlerce yahudiye hitaben yaptığı konuşmada, ‘Ben 27 yıldır savaşlara katıldım, komutan olarak.. Benim savaşçılığımdan kimse şübhe edemez.. Ama, bunca mücadelelerden sonra şunu açıklamak zorundayım ki, İsrail’in ayakta kalabilmesi için, önümüzdeki tek yol, savaş değil, barış yoludur.. Barıştan başka seçeneğimiz yoktur..’ diyor ve bu büyük sözün bedelini, yarım saat sonra, hayatıyla ödüyordu.. Bir tıb öğrencisi olan Ygal Emir isimli fanatik bir yahudi, bu eylemi, ‘Tanrı’nın emri gereğince yaptığını’ söylüyordu..
Şimdi Ehud Olmert istifa etmekle, böyle bir tehlikeye karşı kendisini sigorta etmiş sayılabilir.
Rabin’in öldürülmesinden sonraki süreçte, nice yeni liderler geldi geçti ve sonra, onların herbirisi de çaresiz kaldılar ve nihayet, 1982’deki Lübnan’da, Sabra ve Şetila isimli Filistin kamplarında bir gecede, binlerce Filistinli’yi katlettiren Ariel Sharon iktidara geldi.. Sharon’un iktidarı döneminde öldürttüğü onbinlerce müslüman Filistinli bir yana, sadece yakıp yıktığı yerleşim birimlerinin ismini saymak bile bu sütuna sığmaz..
Sharon, Ocak-2006 başında geçirdiği beyin kanamasıyla girdiği komadan çıkamadı ve bitkisel hayatı hâlâ da devam ediyor..
Sharon’un yerine, vekaleten Maliye Bakanı Ehud Olmert gelmişti..
Olmert, o zamana kadar sıradan bir maliyeci sanılırken, kan dökücülükte Sharon’dan hiç de geri kalmadığını, ne korkunç bir zâlim olduğunu, bütün Güney Lübnan’ı yakıp yıkan 34 günlük savaşta göstermişti, 2006 Temmuzunda.. O saldırıya geçerken, İran’dan önce, Lübnan’daki direniş odaklarını, hele de Hizbullah’ı etkisizleştirmek istiyordu. Ama, sonuç bambaşka oldu. Ve, o savaştan geriye, II. Dünya Savaşı’nın kanlı diktatörlerinin hâtırasını bile temize çıkaracak korkunç tahrib sahnelerinden ve kendileri için, ağır bir psikolojik yenilgiden başka bir şey kalmadı.. Ve Hizbullah, siyonist İsrail rejimi karşısındaki en büyük direniş odağına dönüştü, Ortadoğu’da.. Ve, siyonist İsrail kamuoyu, kendi liderlerinden çok, Hasan Nasrullah’ın verdiği sözde durduğuna ve söylediğini de yaptığına inanmaktadır..
Olmert şimdi, ‘Büyük İsrail Projesi’nin bittiğini açıkça beyan ediyor ve ‘kimsenin kendisini birtakım boş hayallerle kandırmamasını’ tavsiye ediyor.. Evet, ‘Ahd-i Atîq’ten istihraç ettikleri ve ‘İki nehir (Nil ile Fırat) arasındaki Büyük İsrail Projesi (BİP)’ bataklığa saplanmıştır.. (Darısı, Amerika’nın BOP’unun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin başına..)
Olmert’in yerine, Kadima Partisi liderliğine gelen Dışişl. Bak. (ve geçmişte MOSSAD ajanlığı da yaptığını itiraf eden) Tzipi Livni’nin gelmesi muhtemel.. O gelirse, 1972’lerdeki Golda Meir’den sonra siyonist İsrail rejiminin ikinci hanım başbakanı olacak.. O, ‘İran’a saldırmakta asla tereddüt etmeyeceğini’ söyleyen ve ‘şahin’ görüntüsü vermeye çalışan birisi.. Ama, Filistin Buhranı, ‘şahin’ görünümlü nice siyonistlerin ‘leşkargası’ndan öteye geçemediklerini gösterdi dünyaya..
* Ortadoğu bölgesinde, bu çizgideki diğer gelişmeler de, Gürcistan ve Ermenistan’la ilgili.. Gürcistan lideri Mihail Saakashvili, ülkesinin sınırları içinde gözükse bile, fiilen kopuk olan Abhasia ve G. Ossetia’nın tamamiyle kopmasına vesile olan saldırganlığı üzerine Rusya’dan yediği darbeden ders almamışa benziyor ve ‘Bugün olsa, yine öyle yapardım’ diyor ve ‘Amerika’nın kendi menfaatlerinden başka bir şey gözetmeyeceğini’ düşünmek yerine, hâlâ, kendisinin ve ülkesinin Amerika ve NATO tarafından savunulabileceği hayallerine yatıyor..
* İDEALLERDEN REALİTEYE, AYAKLARIN SUYA DEĞMESİNE DOĞRU..
Böyle bir durumda, Tayyîb Erdoğan’ın Kafkasya’daki gelişmelerin kontrolünde etkili olmak ve inisiyatifi ele geçirmek ümidiyle giriştiği teşebbüslere karşı çıkan olmadı, herkes bir kenarından tutmaya çalıştı.. Ve Ermenistan bile makûl bir çizgiye yaklaşmak gereğini duydu..
Abdullah Gül’ün Erivan’a yaptığı kısa gezinin ardından, Ermenistan lideri Serkisyan’ın, evvelki gün (Sovyetler’in yıkılması sonrasında son 900 küsur yıldır ilk bağımsız Ermenistan devletinin kuruluşunun 17. Yıldönümü dolayisiyle) Milliyet’e verdiği röportajda söyledikleri, geçmişteki ‘Büyük Ermenistan’ hayalinden vazgeçildiğinin, onun sadece bir hayal ve ideal olarak dile getirildiğinin itirafı mânasına alınabilir..
Serkisyan, ‘Türkiye’den toprak talebiniz var mı?’ sorusuna, ‘Toprak iddiasına çok şaşırıyorum. Kesinlikle hiçbir ermeni resmî yetkili böyle bir açıklama yapmadı. Nedense, soykırım konusuyla toprak iddiaları arasında bağlantı kuranlar var.’ diyor.. Bu yaklaşım, hayallerden uzaklaşılıp ayakların suya erdiğinin işareti olabilir.. Ve, bir hayâl / ideal uğruna, korkunç boğuşmalara girmeyi göze almak ne kadar akıllıca bir yol sayılabilir?
Tarihte, hele Ortadoğu bölgesindeki devletlerin veya devlet oluşturma merhalesindeki sosyal mücadelelerin, kendi sosyal tabanlarına, büyük hayal ve idealler gösterdiği görülmüştür.
350 yıl Osmanlı’nın hâkimiyetinde yaşayan Yunan halkına, helen nasyonalistlerince, ‘Büyük Hellas /(Yunanistan)’ hedefi, bir ‘Megalo İdea’ (büyük ideal) gösterilmişti. Buna göre, Batı Anadolu ve İstanbul da onların elinde olacaktı.. Denemeler bunun kendileri için de ne büyük facialara dönüştüğünü gösterdi.. O acı denemelerle o idealler terkedilmiş olmadı. Ama, ideallerin realiteye dönüştürülmesinin ne kadar çetin olduğu anlaşıldı.
Aynı şey, Osmanlı’nın dağılması sürecinde, özellikle ‘İttihad-Terakkî’ çizgisinin toplumda uyandırmaya çalıştığı, ‘bütün türklerin tek ülke olması/Büyük Turan’ hayâlinin neye mal olduğunu ise, hepimiz gördük.. Daha sonra da, zaman zaman, ‘Büyük Türkiye’ diye dile getirilen ideallerin uluslararası siyasetin sert duvarlarına çarpınca, nasıl kırılmalara dönüştüğünü, Yeltsin’in 1995’de Çiller’e Moskova’da ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Büyük Türkiye’ lafının ne mânaya geldiği?’ hatırlatmasından sonra gördük.
Keza, ‘Büyük Pers İmparatorluğu’nu diriltmek hayaline kapılan İran Şahı’nın ya da; Osmanlı’nın son döneminde ingilizlerin Mekke Emîri Şerif Huseyn’e oluşturmayı va’dettikleri ‘Büyük Arab İmparatorluğu’ ideallerinin nelere mal olduğu da ortadadır.
O hayallerin, yeller eser şimdi yerinde..
O halde, Ortadoğu halkları da, topraklarını değil, komşuluklarını ve dostluklarını büyütmekten, güçlendirmekten başka çarelerinin olmadığını anlamalıdırlar..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.