Hani Halkın İradesi?
Demiştik ki: “Mesela bu halk yarın ‘biz Batı hukukundan usandık. Ne dinimize, ne örfümüze uygun. Biz yeniden atalarımızın uyguladığı hukuku almak ve güncellemek istiyoruz’ dese, bu devlet ve hükümet bu isteği nasıl karşılar?
İşte size bir ölçü. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin midir, devletin midir, bunu isteyin de bir görün.”
Evet, isteyin de bir görün bakalım, bu ülkede halkın iradesi ne kadar geçerli imiş…
Görün bakalım, “biz bu devleti sokakta bulmadık” edebiyatı ne kadar bitmişmiş…
Kendimizi kandırmayalım, ortada bir tarafı cebir ve şiddete dayalı tek taraflı bir danışıklı döğüş var. Halk kendine verilene razı olacak, sistem de halka bir parça özgürlük verecek.
Bunun adı nedir? Takiyye mi, münafıklık mı, müdara mı, jakobenlik mi?
İşin gerçeğini söyleyelim, Batılılaşma bitmedikçe bu ülkede ne halkın iradesinin hakimiyeti olur, ne de hakiki bağımsızlık gerçekleşir. Kimse kimseyi aldatmaya kalkmasın; Yasama ve yürütme Batıya mahkum olunca haliyle yargıda da Batılılaşma muhakkak olacaktır.
Derhal gereği düşünüldü: Dine ve şeriata dayalı mahkemeler kaldırıldı. İslam kanunları, Şeriat hükümleri yerine Batı’da uygulanan idarî, medenî, ticarî ve cezaî kanunlar/yasalar alındı. Ailede evlenme ve boşanma gibi şahıslar hukukunda, borç, eşya ve ticaret hukukunda İslam kanunları terk edilerek Batı hukuku aynen alınıp uygulandı.
Batı ile İslam hukuku arasındaki en temel fark, laikliktir. Bu ülkede Batılılaşma dayatması ile aynen Batı'da olduğu gibi, din işleriyle dünya işlerini ayrı tutan laiklik ilkesi her alanda kabul edildi. Ama yaman bir çelişki ile birlikte.
Ne midir o?
Laiklik Batıda herkese din ve vicdan özgürlüğü verirken, herkese din ve inancını öğrenme, yaşama, yaşatma ve yayma hakkını verirken, bu ülkede laiklik, hiçbir zaman gerçek anlamda uygulanmadı. Haliyle halka hiçbir fayda vermedi. Tam tersine, hep “din düşmanlığı” şeklinde anlaşılarak öylece uygulandı.
Laiklik güya din ve vicdan özgürlüğünün garantisiydi. Onu koruyacaktı. Herkese dinini seçme, öğrenme, yaşama ve yayma hakkı veriyordu. Peki ama bizde olan neydi?
“Tevhid-i tedrisat”, yani “öğretim birliği” yasası çıkarılarak okullar bütünüyle Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı ve din eğitim ve öğretimi yapan bütün okullar, medreseler kapandı. Devlet kendisi de din eğitimi vermedi. Din, teoride ve pratikte yokluğa mahkum edildi. Üniversiteler ve bilim kurumlan Batı modeline göre yeniden düzenlendi. Böylece dini öğretmeyen eğitim kurumları, tanrı tanımaz materyalist ve pozitivist felsefeleri “din” gibi öğretmeye çalıştı.
Günlük yaşamda da Batılılaşmaya önem verildi. Osmanlıda önce sarık atılarak fes alınmıştı. Nihayet fes, Fas’tan alınmıştı. Yani Müslüman bir halkın giysisi idi. Fakat Cumhuriyette o da atılarak yerine tamamen Batıyı temsil eden şapka alındı ve giyilmeye zorlandı. Kıyafet de buna eşit olarak değişti. Dini kıyafetler tamamen yasaklandı, Batılı kıyafetler zorunlu kılındı. Görgü kuralları da değiştirildi. Sünnete dayalı İslam’ın “âdâb-ı muâşeret” denilen görgü ve terbiye kuralları terk edilerek Batılıların görgü kuralları geçerli kılındı. Sağ elle yemek yemek bile artık ayıplanıyordu.
Bütün bunların sonucu olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir İslam devlet ve medeniyeti zihniyet ve şahsiyetinden çıkartılarak, tam aksine Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşadığı bir Avrupa devleti kimliği ve kişiliği kazandırılmaya çalışıldı.
Dahası, bunlarla da yetinilmeyerek, Avrupa devletlerinin bağlı bulunduğu tüm uluslararası örgütlerde yer aldı. Belki de bunu taçlandıracak son merhale olmak üzere AB’ye girmek için halen “kapı önünde” çabalayıp durmaktadır.
Bunların hangisini halk istedi?
Evet, hangisini?