Tohumun Önemi
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey bin bir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!”
Üstad Necip Fazıl’ın en beğendiğim şiirlerinden biri bu…
Bin yıldır Anadolu mayasının nasıl işlenmesi gerektiğini de anlatıyor.
Toprağa tohumu saç, bitmezse toprak utansın. Hedefe varmayan mızrak utansın. Ustanın işini sürdürmeyen çırak utansın.
Her iş tohumda…
Tohumu iyi saklayabilmek, tohumu verimli kılabilmek ve onu toprakla buluşturabilmek her işin başı.
Sağlam bir tohumun varsa aradan binlerce yıl da geçse sonunda uygun zemin ve zamanını – toprağını bulduğunda bereket yeşertmeye başlayacaktır.
…
Antartika kıtasında bir dağın içinde bir tohum bankası bulunmaktadır. Amerikalılara ait bu bankada 570 bin tohum çeşidi saklanmaktadır. 2,5 milyonun üstünde tohum varlığı ileride muhtemel bir kıtlık için -18 derecede muhafaza edilmektedir.
Tohum binlerce yıl sonra bile eğer yapısı bozulmayacak biçimde korunarak kalmışsa yeniden hayat fışkırtacak mahiyettedir.
Tohumun bu özelliği edebiyata da konu olmuş malum…
Meşhur Rus yazarı Tolstoy, bir hikâyesinde kıtlığın perişan ettiği halkını ve ülkesini tek bir tohum sayesinde kurtaran bir kralı yazmıştır.
Tohumun önemi tarım devrimi ile birlikte anlaşılmıştır. Tarım devrimi öncesinde insanlık doğada var olagelen bitkileri başta buğdayı toplayıp öğütüp hamur haline getirerek ekmek yapmayı biliyordu. Bu anlamda sanayi devriminin tarım devriminden önce olduğunu bile ileri sürmek mümkündür.
Ne zaman ki toprağa tohumun özenle serpilip çimlenmesi gözlenip gerekli ihtimamdan sonra hasadı gündeme gelmiş yani tarım devrimi olmuşsa o zaman sağlıklı görünümlü tohumları seçip sonraki ekimde kullanmak faaliyeti yıllık tarımsal faaliyetin önemli adımlarından mütemmim cüzlerinden biri oldu.
Uzun asırlar tohumun sadece bu seçme işleminden yani seleksiyondan ibaretti. İkinci tarım devriminden yani tarımda Alman köylü ihtilalinden sonra gerçekleştirilen sanayi atılımı, demirin ziraatte kullanılması, makineleşme süreci selektörün önemini ortaya çıkardı.
Selektör tarım alet ve makinelerinin başında geliyordu.
Bugün tohumculuk sanayide ve tarımda en büyük katma değer yaratan alt sektörlerin başında geliyor.
Türkiye tohumculuk araştırmalarında maalesef Cumhuriyet döneminden sonra ilerleme kaydetti.
Tohumculukla ilgili araştırmalar buğday konusunda kendini gösterdi. Buğdayın ıslahı başta geliyordu. ‘Buğday koyun gerisi oyun’ atasözüne uygun olarak buğday üretimi asıldı. Fakat buğdayda verim çok düşüktü. Geleneksel üretim teknikleri, alet ve ekipmanın azlığı ciddi sorunlar doğuruyordu.
1920’lerin Türkiye’ sinde yapılan tarım geleneksel alışkanlıkların uygulandığı bir sistemdir. Bilgi, teknik ve alet-ekipman noksanlığı verimin çok düşük seviyede kalmasına sebep oluyordu.
Osmanlı döneminde tohumculuğa verilen önemi birçok tembihnamede, fermanda ve nebatat ile ilgili kitaplarda görmekteyiz. Halkalı ve Bursa Ziraat mekteplerinde de bir takım laboratuvar çalışmaları başlatılmış ama ne yazık ki devam eden savaşlar yüzünden sonuç alınamamıştır.
Âkif’in Safahat’ında da belirttiği gibi 30-40 yıl içinde verimli ovalar boza dönmüştür.
“Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla
Koca mer’a dolu baştanbaşa sağmallarla
İğne atsan yere düşmez, o ekin bir tufan
Atlı girsen gömülür ekinde kafan” dediği tablo bereketsiz bir ülkeye dönüşür sonra.
Nitekim Halkalı da düzenli bir eğitim sürdüremez. Açılan deneme tarlaları üzerinde sağlıklı araştırmalar yapılamaz.
Cumhuriyet’e giden sürede savaşlar bırakınız araştırma yapmayı o araştırıcıları savaş meydanlarından bile alıkoyamaz.
Verim düşmüş, bilinenler bile unutulmuştur.
Bilgiler de atadan dededen kalma bilgilerdi ve yeni tarım tekniklerinin yerleşmesi de zor oluyordu.
Ekmeklik ve makarnalık buğdayların üretimi yapılmakta, ekmeklik olarak “ak buğdaylar” (topbaş), makarnalık olarak “sarı buğdaylar” ekilmekteydi. Tohumluk asırlardır bilinen yönüyle hasattan ayrılan kaliteli addedilen tohumlardı. Çeşit ve tohum kavramı bugünkü düzeyinin çok çok gerisindeydi.
“Ekim zamanı sonbahar yağışlarına bağlı olarak yapılmakta olup tava ekim alışkanlık halindedir. Bu yüzden bazı yıllar ekim çok gecikmekte, bazen Ocak ve Şubat aylarına kadar kaymakta, bu da büyük ölçüde verim kaybına sebep olmaktadır. Ekim elle serpme suretiyle yapılmakta, mibzer henüz bilinmemektedir.
Nadaslarda toprak işleme kara sabanla yapılmakta, çekim gücü olarak hayvanlardan istifade edilmektedir. Bu durum, toprak işlemenin çok gecikmesine, sürüm işleminin yetersiz kalmasına, dolayısıyla nadasın asıl amacından uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Toprak işleme zamanı, derinliği ve aletleriyle ilgili bilgiler de mevcut değildir.
Gübre kullanılmamakta, hastalıklara, zararlılara ve yabancı otlara karşı mücadele gerek ilaçların bilinmemesi ve gerekse bunların yetersiz oluşu yüzünden yapılamamaktadır.
Bu dönem buğday tarımı, genel hatları ile “Ektim bayıra mevlam kayıra” felsefesi ile tam anlamıyla bağdaşmaktadır.
Bilgide ve uygulamadaki bu noksanlıklar, yetiştirilen çeşidin seçimine ve dolayısıyla verim üzerine etkili olmaktaydı.
Ekimin oldukça geç yapılması makarnalık buğdaylara ekmeklik karşısında bir avantaj sağlamaktaydı. Bu yıllarda mibzerin uygulamaya konulmasıyla birlikte avantaj ekmeklik buğdaylara geçti. Mibzerle birlikte tav beklemeden kuruya ekim sağlanınca ekim zamanı öne alınmış ve tohumun çimlenerek kışa girmesi sağlanmış oldu. Bu uygulama sonunda ise makarnalık buğdaylar üzerinde kış soğukları etkili oldu. Eski sistemde ekim yağışlardan sonra yapıldığı için tohumun çimlenmesi genellikle ilkbaharda olmakta, kış zararından kurtulmuş olan makarnalıklar ilkbaharda daha hızlı geliştiklerinden ekmekliklere göre daha erken oluma girmekte ve haziran sonunda başlayan sıcak ve kurak iklimin etkisinden kurtuluyorlardı.
Ekmeklikler ise geç kaldıklarından dane doldurmada sıkıntı çekiyorlardı. Erken ekim sebebiyle önem kazanan ekmeklik buğdaylar için yine de bazı mahzurlar söz konusuydu.
Çimlenmenin öne alınması, alternatif tabiatta olan akbuğdayların ilkbahar yağışlarından bilhassa erken Mayıs yağışlarından tam anlamıyla istifade edemeden yerden kurtulmasına sebep oluyor, bu da verimi önemli ölçüde düşürüyordu.”
Tohumculukla ilgili Türkiye’ de ilk araştırmalar 13 Aralık 1925’te Islah-ı Buzr(Büzür) adı ile kurulan Eskişehir Tohum Islah İstasyonu’nda başladı. Islah çalışmaları böylece bilimsel bir kuruma sahip oluyordu.
1929’da Kuru Ziraat Deneme İstasyonu kuruldu. Bu istasyon, Eskişehir’deki Tohum istasyonunun bünyesinde açıldı. Tohum ıslahı işlerine kuru tarım - Dry Farming ile yetiştirme tekniği dalında yapılan çalışmalar eklendi. Ardından patoloji çalışmaları diğer iki branşın yanında yer aldı.
1951’de bu iki kuruluş, Eskişehir Islah ve Deneme İstasyonu adı altında birleştirildi.
Çok gayretler oldu tohumculuğun gelişmesi için…
Fakat yeterli mi?
Bugün kilosu milyon dolar olan tohumlar bulunuyor piyasada…
Toprak ve su, üretim için olmazsa olmaz kaynaklar…
Fakat tohumun sağlam bir tohumun yerini ne tutar?
Mayasını yitirmişlerin dönüştürme – dönüştürebilme kabiliyeti ortaya koyabilmeleri mümkün mü?
Bin yıllık mayanın terkibini yitirmek elinde hiç tohum bulunduramamak gibi bir şey…
Toprağa saçacak tohumun var mı?
Yeni nesiller izini sürebilecek mi?
Yoksa eski usul, Sümerlerden daha eski çağlara ait usul gibi hüdainabit tohumları mı devşireceksin tabiattan?...
Allah ne verdiyse yani…
Sağlam bir adet tohumun varsa korkma!
O toprağını bulur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.