Sürdürülebilir Kriz Yönetimi
Geçen yıl Vahdet’te yazmaya başlayınca ilk yazım “ilk yazı her zaman manidardır” idi. İkinci yazım ise bugünkü çapraşık zannedilen Suriye politikamız ve Rusya ile alakalıydı. İkinci yazımda bugünkü Rusya ile kapışmanın arkasındaki derin dalgayı çok önceden okuyucularımla paylaşmıştım, hatırlarsanız.
Başlık ise şu idi: “Rusya ile Türkiye Valse Başlıyor”…
Rusya, bilerek ve isteyerek, kendi dış politik konseptine uygun strateji ve taktik peşinde olmasına rağmen, bizim basında Putin’in yanlış yaptığına ve ikna edilebileceğine dair saçma sapan yazılar yayınlanmakta ve ne yazık ki okuyucular da bunları kemal-i ciddiyetle okumaktadır. Dahası bazı siyasilerimiz dene yazık ki, aynı psikoloji içindedirler.
İran ile ABD’nin derinden derine sürdürdüğü görüşmeler sonrasında, İran ve Rusya arasındaki köklü stratejik ittifakın Suriye üzerindeki plan tatbikatları paralelinde eski iki süper gücün yeni bir “sustainable crisis management” (sürdürülebilir kriz yönetimi) geliştirdikleri kanaatindeyim.
Bu kanaatimi ne yazık ki Türk basınında paylaşan olmadı.
Hemen herkes yanlış bir taraftar ve blok algısında eski ezberlerini tekrarlayıp durdu.
Bu da Türkiye’nin yakın gelecekteki dış politik manevralarını ne yazık ki kötürüm yapabilecek boyutlara taşındı.
Vahdet’teki ikinci yazım yayınlandığında kimsenin Rusya’nın yapacağı yeni plan tatbikatlarından haberi bile yoktu.
“Rusya ile Türkiye arasındaki görüşmeler Putin ve Erdoğan’ın basın toplantılarıyla kamuoyunun önüne geldi. Elbette ki görüşmelerin görünen yüzünden haberdar olduk. Fakat gerek Putin’in gerekse Erdoğan’ın açıklamaları ve açıklamalarının ötesindeki duruşları itibariyle iki devlet arasındaki müzakereler iki devletin de ötesinde glooobal bir çerçevenin yeni izdüşümlerini vermesi bakımından ilginç boyutlar arz ediyor.
Global sözcüğüne üç o koymamın bir tuş hatası olduğunu kabul edelim, yine üç o ile meselenin daha da küreselleştirildiğini yuvarlaklaştırıldığını belirtmek için düzeltmeye kalkmadım.
Üç unsurun arka planında elbette ABD var. ABD denince de yalnızca süper güç ABD akla gelmiyor elbette. ABD İngiltere ve İsrail üçgeninde bir küresel iktidarın hem askeri hem de teknolojik hem de yaratıcı entelektüalizmi ve bütün bunların arkasında da ideolojisi yani dini inanç perspektifi giriyor. Bu din bu üçlemenin elinde sadece Hıristiyanlık değildir. Bu iktidar serüveni bütün dinlerin tek din olması reformunun da acımasız uygulayıcısı olacaklardır. Yaparlar mı bilmem, inanmam, ama öyle bir fanatizme bağlandıkları evangelist doktrinlerinden anlaşılıyor.
ABD öteden beri Suriye politikasında Türkiye ile müttefik ve düşman veçheleri aynı anda tebellür edebilen paralel planlar geliştiriyor. Türkiye bunların ne kadarını anlıyor ne kadarını bertaraf ediyor bilinmez ama ABD ile gerek Esat’ın gitmesi, gerek Suriye’nin Esat’tan sonraki yapılanması meselesinde pek de Türkiye’nin tercihlerine itibar ettiği edeceği söylenemez.
Başkaca çıkarları bakımından da Türkiye ne kadar tokatlansa dersini almayan zoraki bir müttefik olarak tam da terk edilecek bir baston değneği değil. Yine de işe yarayacağı durumlar var ve olacak. O zaman ABD meseleyi daha real-politik zemine taşımaya ve tarihsel olanla aktüel olanı birleştirmeye karar vermiş olamaz mı?
Türkiye Rusya ilişkileri bakımından Suriye hatta bütün eski Ortadoğu ile Kafkaslar Balkanlar ve hatta Kırım bakımından Türkiye ile Rusya’nın uzaktaki ABD’den hatta belki AB’den bile daha yakın daha can atıcı olabilecek ve daha somut münasebet trafiği için zemin bol.
Doğal gazda yapılan indirim bir jest olarak bu müzakerelerin ve Rusya ile Türkiye menfaatlerinin karşılıklı hem alabildiğine restleşerek hem de alabildiğine somut çıkarların masaya yatırılarak müzakere edilmesi kaçınılmaz.
Bu planın biraz da ABR eliyle Rusya’ya havale edildiğini düşünüyorum ben.
ABD ve Rusya arasında Sovyetler Birliği döneminden kalan soğuk savaş müzakereleri dünyanın paylaşımı ve ortak yönetimi bakımından iki ülkeye de zengin bir arşiv ve gelenek bırakmıştır. Türkiye iki süper güç arasında şüphesiz en kilit manivelalardan ve kullanılma alanlarından biridir. Önemli olan bu iki filin güreşmesinden gülistanın tarumar edilmemesini sağlamaktır.
Şimdi meyve sebze ticareti, doğal gaz transferi, enerji geçit projeleri, Türk dünyası meseleleri, Kırım’ın acil pozisyonu, AB ile ilişkiler ve eskiden Rusya’nın hinterlandı olan Bulgaristan gibi ülkelerin artık o eski bağlılık düzeyinden daha bağımsız ve AB indeksli politikalara evrilmesi ve daha birçok mesele Türkiye’yi Rusya’nın kaçınılmaz biçimde karşısına koymakta ve Rusya’nın bugüne kadar gizli kapaklı uzak hedefli beklentilerini daha yakından tanımaya herkesi mecbur etmektedir. Türkiye öteden beri yönünü batıya döndüğünden Rusya ve eski SSCB ile ilgili kavrayışlarını hep hür dünya(!)yı dolaştırıp görmeye anlamaya meyilliydi. Ama şimdi her bakımdan Rusya daha yakından tanınıyor ve daha yakın menfaat takibi gerekiyor.
ABD’nin Rusya’nın belki zaman zaman ortaya çıkabilecek kanırtıcı talepleri ve beklentileri ve buna dair oyun politikası izlencesinde Türkiye’ye stratejik müttefik olarak yararlı destekler verebileceğini söyleyebiliriz. Arada devreye girecek yani. Fakat ABD artık Mısır, Suriye ve Ortadoğu ile ilgili birçok meselede bir türlü akıllanmayan(IŞİD’daki algı gibi) Türkiye’nin kuzeyin tarihsel baş belasına terk edilmesi kararını nasıl ve ne zaman aldığı ve bundan beklentisi benim için daha önemli. Bunu MİT’in çözüp çözmediğini bilmiyorum. Türkiye’nin çok bilmiş stratejistlerinin de ne zaman uyanacaklarını gözlemleyeceğim.”
Türkiye muhtemelen Saddam’ın Amerikan izniyle Kuveyt’e girmesine benzer bir oyunun içine çekilmeye çalışılıyor. O kadar sınır ihlali olmasına rağmen hiç ses çıkarmayan bir ülkenin kararlılıkla Rus uçağını düşürmesi, glooobal bir yeni stratejinin tersten okunması gereken bir taktik manevrasından ibaret olabilir.
Obama’nın aynı gece hindi (Turkey) muhabbeti yapması ise manidar…
İngiliz – Yahudi aklının barışçı kanlı eli yine sütre gerisinde hesap peşinde…
Bu oyuna gelmemeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.