Deniz Feneri... Ya da 4 yıl önceki sempozyum!
Şimdi size bir “hikâye” anlatacağım... “Nasıl şartlandırıldığımızı” ve nasıl “kabullenmeye hazır” bireyler haline getirildiğimizi ve “nasıl tongaya düşürüldüğümüzü” gösteren, enfes bir hikâye...
Genç delikanlı, “asker”e gitmeden önce sevdiği kızın parmağına bir “yüzük” takar...
En azından “Adı belli olsun” der...
Ve arkasından sıkı sıkıya tembih eder:
“Bak, bu yüzüğü parmağına takıyorum... Askerlik bitip de geri döndüğümde, bu yüzüğü parmağında göreceğim!.. Eğer yüzüğü parmağında görmezsem, kesinlikle evlenmem seninle!.. Onun için, yüzüğe iyi sahip çık!”
Gün gelir, delikanlı rıhtımdaki gemiye biner... Sözlüsü olan genç kız da, el sallar arkasından!.. “Güle güle” der, “Yolun açık, dönüşün çabuk olsun!..”
Aradan aylar geçer... Delikanlının askerliği bitmiş, “gemi”yle dönmektedir!..
Tabii, sözlüsü olan genç kız da “rıhtım”dadır ve delikanlıyı beklemektedir!..
Delikanlı güvertede görününce, genç kız heyecanlanır... Yüreği güp güp atmaya başlar!..
O sevinçle “el sallamaya” başladığında!!!..
Olacak ya;
“Yüzük” parmağından çıkar ve “deniz”e düşer!.. Genç kız ne kadar ah-vah etse de, yapacağı bir şey yoktur!..
Giden, gitmiştir!..
Yüzük, artık “deniz”dedir!..
Biraz sonra, delikanlı gemiden iner, hasretle birbirlerine sarılırlar!..
Aaa, o da ne?..
Delikanlı farkeder ki, “kızın parmağında yüzük yok”tur!..
O heyecanın, o sevincin, o coşkunun yerini bir anda soğuk bir hava alıverir!..
Delikanlı, iter kızcağızı!..
“Hani yüzük” der; “O kadar da tembih etmiştim, bir yüzüğe sahip çıkamadın!.. Sözünü tutmadın!.. Mümkün değil, seninle evlenemeyiz!”
Ayrılırlar...
Kızın halet-i ruhiyesini anlatmaya herhalde lüzum yok... Üzgündür, perişandır, iki gözü iki çeşme ağlamaktadır!..
Ama, delikanlı; “Nuh” demekte, “Peygamber” dememektedir!...
Ağzından tek söz çıkmaktadır;
“Yüzük de yüzük!”
Derken, “aile büyükleri” girer devreye... “Tamam” derler, “Ayrılacaksanız, yine ayrılın!.. Ama, hiç olmazsa bir araya gelin, birlikte yemek yiyin, birbirinizi dinleyin, ondan sonra ayrılın!”
Delikanlı, zor da olsa ikna olur...
Genç kız zaten dünden razı!..
Bir “balıkçı lokantası”nda buluşurlar... Delikanlının aklı fikri “denize düşen yüzük”tedir!.. “Balıkçı lokantası”nda kuru fasulye yiyecek değiller ya, her ikisi de, birer “balık” söylerler!..
Biraz sonra, “balık”lar gelir!..
Delikanlı, bıçağı eline alıp, balığı ikiye ayırınca!..
Bir de görür ki!!!..
.......
Ne o?!?..
Şimdi siz, hikâyenin “mutlu son”la bitip “balığın karnından yüzük çıktığını” filan zannediyorsunuz değil mi?..
Hayır, “hikâyenin devamı” şöyle:
“Delikanlı bir de görür ki;
Balık, yeterince pişmemiştir!”
Garsonu çağırır ve balığı geri gönderir!..
DENİZ FENERİ’NDE DE AYNI TAKTİK!
Herhalde anladınız; sadece bir hikâye bile ne kadar “şartlanmış” ve “kabule ne kadar hazır” hale getirildiğimizin bir göstergesidir!..
Balığın karnından “yüzük” çıksaydı ve iki gönül birbirine kavuşsaydı, ne kadar güzel olurdu değil mi?..
Ama, bizim “hissiyat”larımızı çok iyi bilenler, bizi ilk önce “kabule hazır” hale getiriyorlar, sonra da bambaşka bir “final” yazıyorlar!..
Tıpkı, “alana inmek üzere” olan bir uçağın, “indi-iniyor” derken, son anda “pas geçmesi” gibi!..
Uzun lafın kısası;
“Psikolojik Harp Teknikleri”ni çok iyi bilen “toplum terzileri”, içinde yaşadıkları toplumu işte böyle “bir şeyi kabul etmeye hazır” hale getiriyorlar!..
Hikâyede olduğu gibi; nasıl ki hepimiz “balığın karnından yüzük çıkacağını kabul etmeye” şartlandırıldık, başka olaylarda da başka şeyleri kabul etmeye şartlandırılıyoruz!..
Meselâ şu Deniz Feneri olayı!.. Meselâ, Deniz Feneri üzerinden; “iyilik”lere, “yardımlaşma”lara ve “dayanışma”lara vurulan “darbe”ler!..
Siz bunların “bugünün eseri” olduğunu mu sanıyorsunuz?..
Bu toplumun; “yardımlaşma kuruluşlarında yolsuzluk yapıldığını kabul etmeye hazır hale getirilmesi” için yıllardır “bilinçli bir çalışma” yapılmadığını mı sanıyorsunuz?..
Bir “strateji” çizilmediğini, bir “plân” yapılmadığını mı sanıyorsunuz?..
Şunu çok iyi bilesiniz ki;
Bugün sahneye konulan “oyun”ların ve “tezgâh”ların kökeni çok eskilerdedir!..
Bu toplum, “Deniz Feneri’ne öfke duyma”ya yavaş yavaş getirilmiştir!..
Evet, “yılların ürünü bir çalışma”yla!..
Ajans Dİ uyarmasaydı, belki farkına varmayacaktım... Önceki akşam arayıp da, “Sen bu sinsi çalışmaları yazmıştın” deyince uyandım!..
Ve derhal “arşiv”e girip, 7 Eylül 2004 tarihli yazıma baktım.
Gerçekten de o yazı, bugün olup-bitenlere ışık tutuyor!..
Buyurun, birlikte okuyalım:
TARİH: 3-4 EYLÜL... YER: ARMADA OTEL
“Bakın, şimdi de size, “çok yeni bir örnek” vereceğim... Bu örneğe dikkat edin ki; milleti yapay gündemlerle oyalayanlar, “altımızı nasıl oyuyor”muş, anlayın!..
Tarih 3-4 Eylül 2004...
Yer, Armada Otel...
Orada bir “sempozyum” yapıldı... Bu sempozyumla ilgili hiçbir haber yansımadı kamuoyuna!.. Herhalde “gizli-kapaklı”ydı!.. Ya da ben göremedim!..
Sempozyumu “organize” eden kuruluş; başında Prof. Dr. Üstün Ergüder’in bulunduğu TÜSEV’di!..
Şimdi sıkı durun...
“Finanse” eden, yani “parayı bastıran” kimdi biliyor musunuz?..
“Amerikan Ford Vakfı!”
Evet, Amerikan Ford Vakfı!..
Alın bir ilginçlik daha:
Bu “sempozyum”un konusu neydi biliyor musunuz...
“İslâm ülkelerinde yardımlaşma”
Biliyorum, şöyle diyeceksiniz;
“Aaa, ne güzel işte?!?
Adamlar İslâm ülkelerinde yardımlaşma konusunda sempozyum düzenliyor, daha ne istiyorsun?!?”
Durun, sevinmeyin hemen!.. Çünkü, kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değil!..
Nepal, Hindistan, Pakistan, Mısır ve Türkiye’den “bilim adamları”nın katıldığı, “sunuş” konuşmasını Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın yapıp “TÜSEV ve Ergüder’e övgüler” düzdüğü, “yeşil gözlü, alımlı misyoner bayanlar”ın da yer aldığı bu sempozyumda neler “dikte” edilmiş biliyor musunuz?..
“İslâm ülkelerinde yardımlaşma; neden camiler veya vakıflar eliyle yapılıyor?.. Zekât, niye sadece Müslümanlara veriliyor?.. Yardımlar; ya kişiler eliyle, ya da sivil toplum kuruluşları eliyle yapılmalı!.. Ki, zekât ve yardımlardan diğer din mensupları da yararlanabilsin!!!”
Fazla detaya gerek yok...
Prof. Dr. Üstün Ergüder’in şu sözleri, “sempozyumun amacı”nı ortaya koyuyor:
“Bu hükümet köktendincidir!.. Bunlar AB’ye uyum adı altında, Türkiye’yi kendi zihniyetlerine dönüştürmek istiyorlar!.. Bunlar Sünni ve Hanefidir!.. Oysa bu ülkede Aleviler ve başka inanç mensupları da var!.. Yardımlardan onlar niye yararlanamıyor?”
Hayır, hiç yadırgamadım...
Bu sözleri yorumlamaya da ihtiyaç hissetmiyorum... Organizatör TÜSEV, finansör de “Amerikan Ford Vakfı” olunca; elbette daha farklı bir şey beklenemez!..
Belli ki; benzerleri gibi, “manipülasyon amaçlı” bir sempozyum!..
Ne var ki;
“Hâlâ dönüştürülememiş” bilim adamlarından birisi, kalkmış ayağa ve “onurlu bir çıkış” yapıp, oyunu bozmuş!..
Demiş ki;
“İki gündür konuşuyorsunuz burada!.. Siz; İslâm ülkelerinde yardımlaşmanın nasıl yapıldığını öğrenip, bunun tatbikata nasıl geçirildiğini anlamaya mı çalışıyorsunuz, yoksa İslâm’daki yardımlaşma/dayanışma ruhunu deforme edip, torpillemeye mi çalışıyorsunuz?”
O an; Prof. Üstün Ergüder’in yüzü hangi rengi aldı bilmiyorum... Ama, bazı “işadamları”nın, içlerinden de olsa, bu “yürekli ses”i alkışladıklarını biliyorum!..”
DÜN PLANLAMA... BUGÜN UYGULAMA!
Lütfen dikkat... “Sempozyum”un yapıldığı tarih, “bundan tam 4 yıl öncesi”dir, yani 3-4 Eylül 2004’tür!..
Ve bu sempozyumda, gördüğünüz gibi, amaç “Müslümanlararası yardımlaşma”yı engellemek ve eğer mümkünse, “fitre ve zekâttan, başka din mensuplarını da faydalandırmak”tır!..
Peki, sorarım size;
4 yıl önce “düşünülen” veya “plânlanan” ile bugün “uygulanan” nedir?..
Hele söyleyin;
Dün “plânlanan”lar, bugün “uygulanmakta” değil midir?..
Bilesiniz ki;
Amaçları, “Deniz Feneri” üzerinden, “Müslüman”ların gönlündeki “İyilik!.. Merhamet!.. Yardımlaşma!.. Dayanışma ve Hayır” duygularını öldürmektir!.. Bunu başardıkları gün; “Köle Müslümanlar” üretmeleri işten bile değildir!..
“Deniz Feneri aleyhindeki kampanyalar”a, lütfen bir de bu pencereden bakın!..
Göreceksiniz ki;
Bizleri, “bir şeyi kabul etmeye hazır” hale böyle böyle getiriyorlar!..
Uyanık olun... Bu oyuna gelmeyin!..
===============
Nihayet muradına erdi!
Şu Tuncay Özkan yaman adam... "Beni de alın!.. Beni de alın!.." diye diye, nihayet kendisini "gözaltı"na aldırmayı ve "yeniden gündeme gelmeyi" başardı... Oysa, ne güzel unutmuştuk onu... "Parti kuracağım" demişti ama ses-seda çıkmamıştı!.. "Satmak için yeni televizyon kanalı kuracağını" bekliyorduk ki, dün sabah "Ergenekon Terör Örgütü'ne yönelik operasyon" kapsamında gözaltına alınmış!..
Evet; "Cumhuriyet gazetesinin kasası" olarak tanınan Gürbüz Çapan ve "işkenceci polis" olarak şöhret yapan Adil Serdar Saçan'la birlikte!..
Yalnız, benim anlayamadığım şu: Aynı operasyonda gözaltına alınan manken Duygu Dikmenoğlu'nun "Tuncayım Özkanım'ın evi"nde ne işi vardı?.. Yoksa, "birlikte" mi yaşıyorlardı?.. Tuncayım Özkanım'ın kızı Nazlıcan, bu işe ne diyordu?..
Hem sonra; Duygu Dikmenoğlu denilen kadın, Sezen Aksu'nun oğlu Mithat Can ile aşna-fişne halinde değil miydi?.. Yoksa yoksa; hem Tuncay'ı, hem de Mithat'ı idare mi ediyordu?..
Tuğrul Türkeş'ten öğrendiğim kadarıyla Ergenekoncular "grup seks" filân da yaparlarmış ama, Tuncayım'ın bu kadar "midesi geniş" olduğunu sanmıyorum!..