ZELZELE ve SAVAŞ
MUTLAK olarak gaybı Allahü Teâla bilir… Bazen istisnaî olarak insanlara bir miktar bildirilir. Adam sadık bir rüya görür, birkaç gün sonra zelzele olacağı, kısmî ve az bir bilgi ile ona mâlum olur. Bilge insanlar, gelecek felâketleri önceden tahmin edebilir.
Mesela bir toplum çok azınca, fuhşiyyat ve ahlaksızlık ayyuka çıkınca onun başına azap geleceği tahmin olunur, bilinir, sezilir.
Müslüman bir toplumda inanç konusunda büyük ve yaygın sapıklıklar olunca… Halkın yüzde sekseni doksanı namazı terk edince… Seks pislikleri, anormallikler artınca… Haramlar helal, helaller haram olunca… Zina, riba, nemrudî ve şeytanî büyük binalar çoğalınca… İnsanlar Allah’ı unutup günahlı zevk u sefalarına bakınca… En büyük değer para olunca… Fâni şahıslar putlaştırılınca… Para için her halt (…) yenince… İsraf, lüks, aşırı tüketim hırsları gözleri kör edince… İffet, hayâ, kanaat, zühd, takva, edeb şişeleri taşa çalınınca… Erkekler karılara, karılar erkeklere benzeyince… Âhiret unutulup sırf dünyaya yönelince…
İşte böyle kötülükler olunca, birtakım bela ve musibetlerin inmesinden korkulmalıdır.
Ülkemiz şu anda iki büyük bela ve musibetin tehdidi altındadır: Biri beklenen büyük İstanbul zelzelesi… Öteki, savaş…
Zelzele takvimin hangi gününde, saat kaçı kaç dakika ve saniye geçe, tam nerede olacak, bu bilinemez. Lakin jeologlar, sismologlar, çok büyük ihtimalle olacaktır, beklemeli ve hazırlanmalıyız diyorlarsa bunlara mutlaka kulak verilmeli ve alınabildiği kadar tedbir alınmalıdır. Zelzeleyi, keşfi açık ulema ve evliya, hatta salih mü’minler de tahmin edebilir.
Tarihçiler, geçmiş zamanlarda İstanbul’da şu kadar yıl aralıklarla büyük zelzeleler olmuştur, faylar çalışmaya devam ettiği için tekrar olabilir derler.
Uyanık, şuurlu Müslüman zelzele konusunda çok tedirgin olmalıdır. Bunca azgınlığın sonunda bir felaket olacağından korkulmalıdır.
Şu husus da bilinmelidir ki, zelzele Yaratanın bir emridir. O bilmeden, irade ve takdir etmeden hiçbir şey olmaz.
Kırılan fayların ötesinde, Hak Teâlâ’nın emrini (işini), ilmini, iradesini, kaderini unutmamak gerekir.
Savaşa gelince: Savaş zaten çeşitli ülkelerde var da, dünya çapında genel bir savaştan korkulmalıdır.
Büyük düşünürler, büyük tarih felsefecileri, büyük sosyologlar, insanlığın yeni bir dünya savaşı eşiğinde olduğunu söylüyorlarsa onlara kulak verilmelidir.
Bendeniz, okur yazar basit sıradan âciz ve nâçiz bir Müslüman olarak hem zelzeleden, hem savaştan korkuyorum.
Hazret-i Nuh aleyhisselam, yaklaşan Tufan’dan kurtulmak için gemi yaptığında ve insanları ona binmeye çağırdığında, kâfirler “Biz yüksek dağlara çıkarız ve kurtuluruz” demişlerdi. Kurtulamadılar…
Bu devirde kurtuluş gemisi Muhammed aleyhisselamın Allah katından getirdiği yegâne hak din olan İslam’a, Kitabullah olan Kur’an’a, Resulün Sünnetine, İslam Şeriatine, İslam ahlakına, İslam nizamına sarılmaktır. Başka kurtuluş yoktur.
Allah katında makbul ve geçerli olan İslam’a samimiyetle ve gerektiği gibi bağlananlar, hem kendileri azgınlık yapmamalı, hem de öteki insanların azgınlıklarına karşı nehy-i münker yapmalıdır. Bunu yapmazlarsa suçlu ve sorumlu olurlar.
İnsanlar gerçekten insan olsalardı, vicdanlı ve bilge olsalardı, sağduyulu ve uzak görüşlü olsalardı, ileriyi görebilselerdi; ne birinci dünya savaşı, ne ikincisi kopardı. İnsanlığın gücü zelzeleyi önlemeye yetişmez ama tedbir alınabilir, elden geldiği kadar hazırlık yapılabilir. Maalesef bunlar bizde yapılmıyor.
1999’da Gölcük ve civarında vaki olan zelzelenin benzeri Japonya’da olmuş olsaydı, o kadar fazla yıkım olur muydu, kayıp verilir miydi?
28 Şubat rejiminin zifirî karanlık günlerinde bu azgınlığın sonunda zelzele geldi demiş olsaydım, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanır, ağır hapse mahkûm olur ve zindana atılırdım. Nitekim Yeni Asya gazetesi sahibi zelzele konusundaki yazısından dolayı mahkûm edilip zindana atılmıştı.
Çok açık, seçik bir üslupla yazıyorum ve uyarıyorum:
Bugünkü korkunç, dehşetli azgınlıkların, beyinsizliklerin sonunda başımıza afetler gelebilir. Bir saniye geç kalmadan Allah’a iltica etmeliyiz, günah ve azgınlıklarımızdan dolayı tevbe ve istiğfar edip bağışlanma dilemeliyiz. Dine, Kur’an’a, Şeriata, Sünnete, İslam ahlakına dönmeliyiz.
Hazret-i Muhammed’in (Salat ve selam olsun ona) kurtuluş gemisine binmezsek, Tufan dalgaları bizi yutar.
Bu sözlerimin ateistler, Dönmeler, İslam karşıtları, dünya delileri, azgınlıkları haddi aşmış gözü dönmüş fâsık-ı mütecâhirler üzerinde bir etkisi olmaz.
Belki birkaç Müslüman kulak verir.
Bugünkü yoğun gaflet bendenizi ürkütüyor.
İslamî, Kur’anî, Nebevî, Şer’î, hikemî (bilgelikle ilgili) kriterlere göre durumumuz hiç iyi değildir.
Günde beş kez minarelerden avaz avaz ezan okunması ile iş bitmez. Sabah başta olmak üzere vakit namazlarındaki cemaate bakmak gerekir.
Namazı yitiren ve şehvetlerine uyan Müslüman bir toplumun halinin iyi olmadığını anlamak, bilmek, idrak etmek için dinde fakih olmak gerekmez.
Azan bir toplumun (tevbe edip, pişman olup, kendini ıslah etmediği takdirde) ceza göreceği gerçeği, dinin iki kere iki eder dört’lerindendir.
Bundan üç yüz sene önce ölen bir Müslüman, mezarından çıkıp İstanbul’un bugünkü halini, açık saçıklığı, azgınlığı, Ayasofya’nın ibadete kapalı oluşunu, medreselerin ve tekkelerin mesdud oluşunu görse, eyvah şehir kefere eline geçmiş diye feryat eder.
İmamı Rabbanî efendimiz sahabeleri soran bir kimseye şu cevabı vermişti:
Siz onları görseydiniz deli derdiniz. Onlar sizi görselerdi, size Müslüman demezlerdi…
O bu sözü dört yüz yıl önce söylemiş… Ya bugünkü Müslümanlar…
Baştan aşağıya küffar kıyafetine bürünmüşler ve namaz kılarken bile, başlarına edeb ve sünnet olan bir serpuş geçirmiyorlar.
Bu yazım birkaç kişinin uyanmasına vesile olursa çok sevinirim.
Kimseyi etkilemezse, pek az da olsa vazifemi yapmış olur muyum?