“Milli Görüş”ün Davet Usulü 1
“Milli Görüş”, yerli ve milletin değerlerine bağlı, özellikle de dini bilmeye ve yaşamaya öncelik veren bir görüş demektir. Bu kavram, hemen rahmetli Necmeddin Erbakan ve siyasi çizgisini akla getirir.
Gerçekten de, taklitçiliğe, özellikle de Batı taklitçiliğine karşı idi. İslam coğrafyasını kendi vatanı sayar, maddi kalkınmanın yanında ahlak ve maneviyata önem verirdi. Hatta “önce ahlak ve maneviyat” derdi. Tezlerine bağlı mücadelesinin sonunda ülkenin en büyük partisi oldu. Koalisyonla da olsa, hükümete başbakan oldu.
O hareket şimdi oylarını Ak Partiye kaptırdı. Gerçi onun ana kadrosu da “Milli Görüş” hareketi içinden gelmedir. Oyları almasının bir sebebi bu olabilir. Ama daha başka sebepleri de vardır. Bizi doğrudan ilgilendirmediğinden, uzun uzun yazmak istemiyoruz. Ancak bir konu var ki çok önemlidir; dil ve üslup meselesi. Davet metodu. Gördüğümüz kadarıyla Milli Görüş hareketi, bu konuda bir zafiyet içindedir.
Dost olduğumuz için sözümüz acı da olsa, kulak verilse ve en azından incelenmeye alınsa, kazançlı çıkabilirler. Şu anda seçim atmosferi yok. Belki bu yüzden serinkanlılıkla dinlenebiliriz. İşte size tezimizi haklı çıkaran bir örnek:
Saadet Partisi Bursa Şubesinden zaman zaman mail alırım. Yakında yine bir mail aldım. Altında Basın Müşaviri Erdoğan Aydın adı var. Orada yazdığına göre Payitaht Konferansları serisinin birini daha Merinos Kültür Merkezinde gerçekleştirmişler. Hüdavendigar salonunda gerçekleşen konferansın konuğu GIK üyesi Eğitimci Sezai İncesu imiş.
Deniliyor ki: “İncesu, Bugünden düne kaybettiklerimiz Çanakkale sunumlu konferansı yankı uyandırdı. İncesu’nun en ilginç açıklamaları ise kendilerine molla diyenlere oldu.”
Bu cümle olmasa yazının gerisini okumazdım. Ama “vurun abalıya” derler ya, bakalım bu kardeşimiz kendine molla diyenlere ne demiş?
Bir kere bu “kendilerine molla diyenler” ilginç bir tanımlama. Acaba hangi molla kendisine molla dedirtiyor? Yoksa Müslümanlar mı hocalarına “molla” diyor?
Eskiden solcular, komünistler, Kemalistler bu ağızla konuşurlardı. Biz de bu kuduz ağzı iyi bilir, bazen kızar, bazen tiye alır, eğlenirdik. Şimdi “mollalarımıza” Saadetin GİK üyeleri aynı ağızla saldırıyor ve aşağılıyorlarsa, demek epey mesafe kat etmişiz mi diyelim? Çok acı.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş. Arif olanlar “teb” demeden “tebareke”yi anlarlarlar. Onlara işaret yeter. Ama biz “müfteri” durumuna düşmeyelim diye aynen yazalım değiştirmeden.
İncesu yaptığı açıklamada demiş ki:
“Şimdi soruyorum, o anlı şanlı mollalarımıza, geçen yıl Ramazan günü İstanbul Beyoğlu'nda, on binlerce Lut Kavmi yürürken siz hangi tefsiri okuyordunuz?”
Dinleyiciler atmosferin de verdiği havayla kıvama gelmiştir herhalde. Bu soru onları coşturacaktır. Ama bir dakika! Laik sistemin yürürlükte olduğu bu Batıcı sistemin yetiştirdiği ülkede her çeşit insan var ve her türlü melaneti yapanlar da her an bir yerlerde bir şeyler yapmaktadırlar.
Şimdi böyledir diye “o anlı şanlı mollalarımız” diye aşağılanan insanlar, Kur’an’ın açıklaması olan tefsiri okumayacaklar mı? Bari “nerde çene çalıyordunuz?” diye sor. Tefsiri niye karıştırıyorsun? Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Ne yapacaklardı yani? Gidip onları öldürecekler miydi? Mesela sen gittin de öyle mi yaptın?
Evet, eğer bu iyi bir şeyse, sen ey anlı şanlı GİK üyesi, diğer üyelerle beraber nerede ne yapıyordunuz? Kendin yapmadığın şeyden niye başkasını kınıyorsun?
Şimdi dolduruşa bakınız: “Hem de Ramazan günü. O yürüyüş anında sosyal medyadaki haberlere göre, halkalar oluşturarak kendilerine meşrep edindikleri rezaleti işleyerek yürürken, o gece gündüz bize nasihat eden mollalarımız neredeydi.?
Her halde işlerini yapıyorlardı. İşi olmayanların yaptığı gibi it taşlama ile vakitlerini zayi etmiyorlardı herhalde.
Bu adamın “molla” düşmanlığı nereden kaynaklanıyor ki, eski tüfek komünistler gibi hocalarımıza hakaretler ederek saldırıyor?
Konuşmanın devamında bunu görüyoruz. Düşmanlığın sebebini açıklıyor. Ama yazı çok uzadı, onu da öbür yazıya havale edelim mi?