Cem Yılmaz göreve!
Ben Amerikan siyasetinden, dışişlerinden, diplomasiden anlayan biri değilim; o yüzden hangi aday kazanırsa Türkiye için daha iyi olur tartışmalarına da pek aldırış etmem fakat önceki akşam ABD'nin iki başkan adayını NTV'de seyrederken bir şey dikkatimi çekti.
İki politikacı birbirine denk bağımsız kürsülerde ayakta duruyorlar, onlara soru yönelten Jim isimli spiker, sahne düzeni itibariyle daha aşağıda bir yere mevzilendirilmiş. Soyadını ve mesleğini bilmediğim Jim (çok ayıp bana!), politikacılara diyor ki, "Sorularıma iki dakika içinde cevap vereceksiniz!" İki dakika. Sadece iki dakika!
İki dakika Avrupa'nın doğusunda hiçbir şeydir, biz o sürelerin kaç katını birden "ne var ne yok, çoluk-çocuk nasıl?" fasıllarında harcar da farkına bile varmayız. Başkan adayları öyle yapmadılar ve iki dakikanın tamamını, hayli hazırlık ve ustalık gerektiren sükûnetle "sorunun cevabı"na tahsis ettiler.
"Bu kadarı haksızlık" diye düşündüm. "Şunlara bak; bir de ABD başkanı olmaya niyet etmişler; derste sözlüye kalkmış öğrenci gibi bütün dikkatlerini cevaba teksif ediyorlar. Ne ayıp, bizde soruya cevap vermemek esastır; Şark kurnazlığının binbir atraksiyonu dururken..."
Hayır, karşıdan bakılınca politikacıya benzeyen bu iki adam -üstelik ayakta!- birbirlerine hakaret edip, "hırsız, baron, müfteri" filan demeden saniyelere karşı yarışarak şu gibi tuhaf meseleleri konuşuyorlar: vergi, sağlık sigortası, ihtiyat fonları, savunma harcamalarında kısıntı, sosyal politikalar... Konuştukları şeyden ne kadar anladıklarını bilemem ama şunu açıkça görüyorum; meselâ, "sekiz senedir iktidarda idiniz, ne yaptınız" denilmiyor, enkaz edebiyatı yapılmıyor ve gariptir ideolojik lâflar da edilmiyor...
Siyasetçiler, tam da hissedip doğru dürüst ifade edemediğim tarzda sadece siyasetin çözmesi gereken temel meselelerden, daha ziyade akçalı işlerden konuştular. Biri kalkıp da diğerine, "ülen sürüngen herifler, Lincoln'un inkılaplarını beş paralık ettiniz, siz bu mübarek ülkeyi İngiliz müstemlekesi, hatta şeriatçı Kızılderililer zamanlarına geri götürüyorsunuz" demedi. Sadece Irak meselesinde biraz ağız dalaşı eder gibi oldularsa da devamını seyredemedim.
Yazıktır! Yahu insan, "iki dakika yetmez Jim kardeşim" diye sızlanır, lâfı eveleyip geveler, topu taca atar; olmadı rakibinin gizli telefon kayıtlarını ima eder biraz.
Şimdi ben bu ABD'yi gördüm; az buçuk bilirim! Rezâlet derecesinde sıkıcı bir ülke; sıradan Amerikan vatandaşı da, dünyanın kendi evi etrafında döndüğünü zanneden garip bir insan türü. Şuradan anlayacaksınız ki, seçimlerde oy kullanma yüzdeleri yarıyı geçince, "oo, fevkalade" diye şaşırıp sevindirik oluyorlar; o yüzden başkan adayları da aynı tuzsuz ve garip nevâle cümlesinden adamlar. Siyasetle ideolojinin kesiştiği yerde ne kadar çok boş konuşma baloncuğu köpürdüğünden bile haberleri yok; o kadar sıkıcı bir mantıkları var ki, yakında siyahi bir başkan bile seçebilirler yani!
Oysaki bize bakın bir de; her zerremizden heyecan ve sinerji fışkırıyor. Yaşama sevinci ile dopdolu bir toplumuz biz; siyasetin teknik sevimsizliklerini konuşmak yerine, ideolojik hırlaşmalarda yoğunlaşarak dinamikleşiyoruz; hep konuşuyor, hep konuşmak istiyor ve hep haklı olduğumuzu karşımızdaki artık kabullensin istiyoruz; yanlış anlaşıldığımızı düşünüyor ve doğrusunu anlatmak için yine -ve daima- konuşma sırasının hep bize verilmesini istiyoruz; biz hayatla ilgili değiliz, onun gölgesiyle meşgulüz ve böyle yapmak bizi neş'eli, dinç, fit (bu sözü yeni duydum, çok beğendim), sinerjik, hayat dolu ve saçma sapan kılıyor.
İnanmayanlara sorarım; hangi ülkenin bizimki gibi bir CHP'si var bu dünyada? Bulunmaz! Öyleyse kadrini bilelim, kendimizi sevelim, konuşalım, tartışalım; Başbakan'la Baykal, her hafta cumartesi günleri birer saat mal varlıkları konusunda didişsinler; oturumları Cem Yılmaz yönetsin!