Ramazan ve Bayram zamanı
Bir Ramazan ayını daha idrak etmiş bulunuyoruz. Her yıl Ramazan ayı geldiğinde Türkiye'nin gündemine bilhassa Ramazan'la ilişkili değerlerin gözden düşürülmesini hedefleyen sansasyonel konuların sürülmesine iyice alıştık.
Geçtiğimiz yıllarda diğer zamanlarda da zaten hiç eksik olmayan irtica haberlerine Ramazan aylarında oruç tutmadığı için bağnaz dinciler tarafından dövülenlerle ilgili haberler büyük bir şevkle ilave edilirdi. Türkçe ibadet, kadınların özel hallerinde de oruç tutabilecekleri veya orucun açılma şekilleriyle ilgili fantezi konular Ramazan aylarında gündeme "bomba" gibi düşürülürdü de, ortaya atılan tele-ilahiyatçılar bütün konuların üzerine, işgal altındaki dini kurtarmaya çalışan birer "kurtuluş savaşçısı" edalarında giderdi.
Yaratılan tartışma ortamı yüzünden halkın tamamına bir moral bozukluğunun sirayet ettiği açıkça hissediliyordu. Bu tartışmaların Ramazan ayı dolayısıyla yükselen dini duyguların ürettiği atmosfere karşı bir sabotaj amacı taşıdığından hiç kimsenin kuşkusu da yoktu. Zamanla bir tarz haline gelen bu medya operasyonları 28 Şubat döneminde yaratılan kutuplaşmada yerlerini net bir biçimde belli ettikleri için etkileri de iyice azaldı. Saflar netleştiğinde din üzerinden yürütülen tartışmalar, hedeflediklerinin tam tersi sonuçlarla karşılaştılar.
Birkaç yıldır Ramazan ayları aksi teşebbüslere rağmen bu tür tartışmalardan nispeten daha uzak, huzur içinde yaşanıyor. Bu yıl birçok TV kanalında düzenlenen iftar ve sahur programlarında eski tarz tele-ilahiyatçıların artık hiç rağbet görmediği anlaşıldı. Onun yerine daha ılımlı, tartışma ve kavgadan uzak, Ramazan'ın anlamına odaklanmış yayınların yapılmış olması Ramazan'a kast eden iradenin yok olduğunu değil, basitçe tutmadığını gösteriyor. Yoksa birkaç deneme yapılmadı değil. Deniz Feneri hadisesini değerlendirme tarzı belki medyanın başka bir malzeme arayışına da ihtiyaç bırakmadı.
Ramazan ayını, orucuyla, teravihiyle, zekatıyla, fitresiyle, bayramıyla anlamından yoksunlaştırma gayretleri eskiden beri eksik olmamıştır. Bugünlerde Başbakan'ın gündeme getirmesiyle yeniden hatırladığımız "şeker bayramı" nitelemesi de bir dönem üzerinde bir hayli durulmuş bir projenin adıdır. Ramazanı "yaşanmaz" değilse bile "görünmez" kılmayı bir ölçüde başarmış bir dönemin politikaları, bayramını da "şeker"lendirerek dini anlamından soyutlamaya çalışmıştı.
Bu döneme ait politikalara karşı duyarlı Müslüman kitle her zaman tepkili olmuş, resmi söyleme hiç itibar etmeksizin kendi isimlendirmelerini sürdürmüştür. Öyle bir noktaya gelindi ki, bugün aslında Ramazan Bayramı'na neden "şeker bayramı" denildiğini bile toplumun çok az bir kesimi hatırlıyor. Belki Başbakan konuyu bu şekilde gündeme getirmemiş olsa üzerinde durmaya bile değmeyecek bir konu olurdu.
Üstelik bu aşamada Ramazan Bayramı'na şeker bayramı diyenler bile büyük ihtimalle bu ismi doğuran niyetten tamamen uzak, sadece bir alışkanlıkla bunu yapıyorlar. Her zamanki gibi binbeşyüz yıllık bir geleneğe karşı açılan günübirlik çaresiz saldırılar bütün acizlikleriyle kalmış, Ramazan ve bayramı onu takdir eden ilahi iradenin inayetiyle kendi tarzını ışıldatmaya devam etmiştir. Bu saatten sonra bırakın isteyen bu bayramın şeker yanını hissetsin, isteyen Ramazan yanını, isteyen de tatil yanını…
Unutamadığım duvar yazılarından birinde "'Tanrı Öldü', imza Nietzsche", hemen altında ise başka bir kalemle "'Nietzsche öldü'"( İmza: Tanrı)" diye yazar. Modernliğin binlerce yıllık dinsel gelenekleri veya duyguları yok etmekte olduğuna dair Nietzsche'nin yaptığı tespite karşılık, sonradan din alanında yaşanan gelişmelerin bundan daha iyi bir ifadesi yoktur herhalde. Ramazan'a ve aslında İslam'ın birçok şiarına, namaza, kurbana, bilhassa başörtüsüne karşı açılan savaşın da böyle cılız bir yanı var. Başörtüsü gerçekten bazı kadınların fantezi veya siyasal bir inadına dayanıyor olsaydı şimdi çoktan çıkarılıp atılmış olurdu. Onun binlerce yıllık ilahi iradenin bir tecellisi olduğunu göremiyor olmak büyük bir zavallılıktır, onunla mücadele edebileceğini sanmak ise sadece gaflet ve dalalettir.
Ramazan, ilahi irade tarafından insanlık hayatına sökülmez bir biçimde yerleştirilmiş son derece güçlü bir şiardır. Toplum nereye akıp giderse gitsin, ne kadar değişmiş olursa olsun, dönüp dolaşıp Ramazan'a gelir, oradan geçer bayramına gelir. Teravihiyle, orucuyla, iftarıyla, nefis terbiyesiyle, Kadir Gecesi'yle, başka insanlara merhametiyle, zekâtıyla, sadakasıyla Ramazan, toplumda bütün ilişkilerin yeniden formatlandığı bir süreçtir; zamanın ayarının yeniden yapıldığı, tarihin mola verdiği bir duraktır. Bu ay içinde kimse kendi zamanına hükmedemez, bütün unsurlarıyla kendi zamanını kabul ettiren Ramazan'ın zamanına uyar herkes.
Vaktin tamamen bir mülk, bir nakit gibi görüldüğü bir çağda bile Ramazan, ne mülkün ne de zamanın bizim uhdemize ait olmadığını bize hatırlatmaya her yıl devam eder ve her yıl bir bayramla şenlendirdiği hayatımıza bu bilinci aşılayarak kaldığımız yerden devam etmek üzere salar.
Ramazan'la arınmış, sahibi bilinen bir hayat ile mübarek bir bayram dili-yorum.