Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Eski bayramlar, yeni bayramlar

Eski bayramlar, yeni bayramlar

“Iydiniz said, ömrünüz mezid olsun!” derdi eskiler, “bayramınız saadetli, ömrünüz bereketli olsun” anlamında.
Bayram kutlamalarında bile bir azamet vardı anlayacağınız. Ziyaretler, el öpmeler, harçlık vermeler hep bu azametin parçalarıydı ve bayramlar geleneksel bir sistem içinde kutlanırdı.
Eski bayramların temel eksenini “toplumsal sevgi” oluşturma emeli teşkil ederdi.
“Hediyeleşme-yardımlaşma” ve “paylaşma” bu maksadın ayrıntılarıydı.
Zengin sofraları zaten ramazan boyunca iftar saatinden imsake kadar açık olur, isteyen destursuz içeri girip karnını doyururdu.
Hele bayram günleri; bayram günleri İslâmın “kardeşlik” düsturunun hayatı bütünüyle kuşattığı günlerdi. Verecek hiçbir şeyi olmayanlar bile din kardeşlerine gülümser, böylece “sadaka sevabı” alırlardı.
Kısacası, İmparatorluk Medeniyetinin çocukları hiçbir konuda başıbozuk değildi…
Her şey kurallar çerçevesinde gerçekleşirdi…
Hayat geçici hevesatın değil, ebedi hayatın hizmetindeydi.
Hayat, yaradılışın amacı olan insanın hizmetindeydi.
Yürek pusulaları kıbleyi gösterir, evler dahil her şey kıbleye dönük olurdu.
Bayramlar bu çerçevede yaşanan bir hayatın güzellemeleriydi. Ama bayramın da amacı vardı: Sevme ve yardımlaşma…
Bu iki temel öğe, Peygamber-i Âlişan Efendimizin vahye dayalı olarak getirdiği “Yürek İnkılâbı”nın da özü ve özetiydi zaten.
Efendimiz büyük inkılâbını iki temele oturtmuştu:
1. Sevmek;
2. Vermek.
Sevmeyen veremezdi. İşte bu yüzden bayramlar sevmenin ve varolan sevgiyi dışa vurma günleriydi.
Bu çerçevede küsler barıştırılır, bayrama sevgi eksenli bir anlayış içinde el ele girilirdi.
Bunu sağlamak için de, Osmanlı mahallesinin ombudsmanları bayram öncesinde mahallenin küslerini tespit eder, gide gele uzlaşma noktaları bulur, küsleri barıştırıp bayrama mutlu bir şekilde girmeleri sağlanırdı.
Bu gelenek toplumsal barışın temelini teşkil ederdi.
Mahalleler de barışık toplumun yeşerme alanlarıydı.
“Sevmek” maddesi böylece hayata geçtikten sonra sıra “vermek”e gelirdi.
Bunun adı “infak”tı. (İnfak: Malını Allah yolunda, sırf Allah rızası için sarf etmek). “Sarf” o denli geniş alanları kapsardı ki, bunun bir ucunda devlet, bir ucunda saray, bir ucunda vakıf müesseseler ve imaretler (bedava yemek yenen yerler) bulunurdu…
İnfak o kadar yaygındı ki, Osmanlı Devleti’ni gezen Avrupalı gezginler “Dilencisiz bir toplumsal yapı”dan söz etmek zorunda kalırlar, kendi ülkeleri adına utanırlardı.
Şimdi bizim dilencimiz de bollaştı. Hatta Avrupa’yı bu konuda fersah fersah geçtik.
Bir konuda da Avrupa’yı geçmiş olalım, değil mi!

Bazı olumsuzluklara, değişmelere rağmen bayramlarımız hâlâ güzel, hâlâ bize özel!..
Tatil gibi algılanmasına, şehir dışına çıkılmasına hiç takılmıyorum. Çünkü gidilen yerlerde de bayram yaşanabilir. Önemli olan içselleyip duyumsamak bayramı…
Önemli olan bugünkü getirileriyle bayramı bayram gibi yaşama isteği.
Şartlar ne olursa olsun dostlarım, her bayram bir muştudur, derin ufuk ve umuttur...
Bayramlarımız yiterse, korkarım umutlarımız da yiter.

Eski İstanbul’da bayram hazırlıkları takriben onbeş gün önceden başlardı. Alışverişler yapılır, gerekiyorsa çocuklara ayak ölçülerine göre potin (ayakkabı) siparişi verilir, seçilen kumaşlar evde özenle dikilir (hazır olarak hiçbir şey satılmazdı), yakın akrabalar için işlemeli mendiller, yemeniler ve iç çamaşırları bohçalanırdı.
Ayrıca kurabiyeler, lokmalar, lokumlar dökülür, rengârenk şekerlerden bir “ikram sofrası” oluşturulurdu.
Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da mahalleli yetimlerle, fakirlerin önceliği vardı. Önce onların ihtiyaçları dikkate alınarak alışveriş yapılırdı.
Mahallenin yetim çocuklarıyla, fakirlerine dağıtılacak elbiselikler bohçalanır, yanlarına bir miktar gıda maddesi ile nakit para konur, ramazanın son haftasına kadar sahiplerine ulaştırılırdı.
Ancak ondan sonra ailedeki çocuklara elbise dikilirdi. Onları evde çalışan hizmetliler ve ailenin kadınları takip ederdi. Erkekler en sona bırakılırdı.
Bayram sabahı ezan vaktinde mahalle bekçileri mani söyleyerek mahalleyi uyandırırdı:
“Bu sabahın ayazına,
“Kalkın Hakkın niyâzına;
“Abdest alın ey komşular,
“Gidin bayram namazına.”
Iydiniz said, ömrünüz mezid, kısacası dostlarım, bayramınız mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi