Eski Türkiye 2
Bir zamanlar bir Başbakan’a İLKSAN yolsuzluğunu soruyorlar. Cevap:
-Verdimse ben verdim, kime ne?
Kimse üstüne gidemiyor! Medya sus pus!
Yine, adama Danıştay'ın "yürütmeyi durdurmasına" rağmen yasak arazide üstelik bir ormana da kıyarak yapılan üniversiteyi açarken, açılışın hukukiliğini soruyorlar. Cevap:
-Ben açtım oldu!
Var mı itirazı olan?
Ne Medya, ne her yerde zıp pırt ortaya çıkan Mimarlar Odası, ne Geziciler, ne çevrecilerden vs. ses yok.
Devletin valisine Bolu'da bir depremzede yaklaşıyor ve kışın soğukta donduklarını, çadır istediklerini söylüyor. Vatandaş üşürken, kendisinin nasıl sıcak yerlerde yattığını soruyor.
Cevap nedir biliyor musunuz?
Ağzının üstüne bir tokat!
Oysa hak ve hürriyet ortamını, devletin kendisi temin edecektir. Ama nerde! Burası eski Türkiye’dir!
Bir gazeteciden bizzat duydum. Yaşadığı şehre Ankara’dan bir bayan muhasebeci müfettiş gelir. Vazifesi Maliye’yi teftiştir. Oğlunun nişanlısı da gezmek için beraberindedir. Gece olmuştur. Garajlardan bir taksiye binerler, kadın adını bir şekilde duyduğu “Falan otele” götürmesini söyler.
Meğer o otel kötü şöhreti olan bir otelmiş. Terbiyesiz şöför “…..” Karakoluna koşar ve bildiği ayarı bozuk polislere “Otele iki mal düştü” diye müjdeyi (!) verir. Gece o iki kadını fuhuş için şehre gelen kadınlardan sanan polisler alır karakola götürürler. Kadın anlatır gerçeği ama sarhoşlar inanmazlar. Tacizler başlamıştır. Neye uğradığını şaşıran kadın ağlar, inler, yalvarır, ama dinlemezler. Kadın müfettiş son bir kere daha yalvararak der ki: “Tamam, anlaşıldı. Bu kötülüğü yapacaksınız. Fakat size yalvarıyorum, ne yapacaksanız bana yapın, ama bu gelinimi bırakın. Söz veriyorum, sizden şikayetçi de olmayacağım.”
Hiç gözünün yaşına bakmaz, yalvarmalarını dinlemez, son teklifini de kabul etmezler. İkisine de, insanı ve haklarını koruması için devletin yaptırdığı binada, insanları ve haklarını korumak için görevli devletin polisleri, devletin en güvenli yerlerinden birinde, yani karakolda, yani devlet dairesinde o iki kadına sabaha kadar tecavüz ederler.
Sabah olup ortalık ağarınca iş de aydınlanır. Vali bey devletin üst düzey bürokratını ve gelin adayını kendi odasında ağırlar ve teselliye çalışır. Halkın haberi olursa durum kötü olur endişesi ile vaziyet gizlenir. O işi yapan alçak polisler apar topar toplanarak şehirden uzaklaştırılıp sürgün edilir. Fakat gazeteciler olaydan haberleri olmuştur. Vali bey onları odasında toplar. Bana anlatan gazeteci diyor ki:
“Vali olayı anlattı ve durumun nezaketinden ötürü bizden yazılmamasını istedi. Fakat bu ne derece etkili olur bilinmeyeceğinden bizzat mağdur müfettiş hanım gazetecilere ağlayarak yalvardı: “Lütfen kızım için yazmayın. Ben neyse, olan oldu, fakat bu nişanlı kızım bu iş basına düşerse mahvolur”.
“Biz de yazamadık” diyor gazeteci, sanki hüznü ve utancı saklamak için yılların acısıyla kıvrım kıvrım izlerin oluştuğu yüzünde donuk bir ifadeyle.
Dünkü Türkiye buydu işte. En güvenli yer olması gereken karakola düşenlerin her şeyi tehlikede idi.
Ya şimdi?
Şimdi valiler halka tokat atabiliyorlar mı?
Karakollarda işkence var mı? Tecavüz var mı?
Yoksa “işkenceye sıfır tolerans” mı geçerli?
Yolsuzluk yapanlar “yaptımsa ben yaptım” diyebiliyorlar mı?
“Hayır” diyorsanız, işte yeni Türkiye’ye hoş geldiniz demektir.
Devam edeceğiz inşallah.