Kıyafet Önemlidir
Önceki yazımızda bir hikaye anlatmıştık. Bu yazımızda da alın size bir ibretli hayat hikayesi:
Tadına doyum olmaz sohbetimizden birisinde rahmetli Kadir Çavuş (Kızdırıcı) Hocamız, konuşulan konuya uygun şöyle bir fıkra anlatmıştı. Köyün birinde bir tilki tavuklara dadanmış, yediğini yer, yemediğini de boğup öldürürmüş. Canına tak deyince köylülerin, hem tuzak kurmuşlar, hem de nöbete durmuşlar.
Azmeden insanın elinden ne kurtulur? Bir gün yakalamışlar hain hırsızı. Öfkeyle elini ayağını bağlamışlar, “buna ne ceza verelim?” diye istişareye başlamışlar. Her kafadan bir ses çıkıyormuş:
- Derisini yüzelim, içine saman dolduralım.
- İp getirin asalım.
- Bıçakla boğazlayalım.
- Taşa tutup öldürelim.
İçlerinde öfkesine mağlup olmayan birisi uyarmış:
- Yahu millet, aramızda sahibi şeriat hoca efendi varken bize ne oluyor da ahkam kesiyoruz? Götürelim ona, kessin cezasını!
- İyi fikir, diyerek almış götürmüşler hırsız hain tilkiyi Hoca Efendiye.
Hoca Efendi önce dinlemiş onları, sonra korkuyla bakan “tövbe bir daha yapmam” der gibi bakan hayvancağıza bir nazar atmış. İman hele koymamış, merhamet damarları kabarmış. Başından sarığını çıkarıp tilkinin başına koymuş ve demiş ki:
- Bırakın gitsin. Artık bu da hoca oldu. Bir halt yiyemez.
O zaman bu kıssanın hissesini şöyle anlamıştık: İnsanın kisvesi kişiliğine etki eder. İyi insanların kıyafetine bürünüp de kötü olmak kişiye ardır, ayıptır. Yaşlı başlı, sarıklı sakallı bir adam, cahiller gibi hareket edemez. Ederse herkes, “yaşından başından utan” der. İçinde bulunduğu kılık kıyafet, yaş baş, kötülük yapmaya mani olur.
Her kaidenin bir istisnası olur. Buna binaen deriz ki çarşı pazarda alim veya şeyh olmadığı halde kendisini onlara benzeterek el etek öptüren nice mürailer var. onlara da kanmamak lazım. Eskiler, “her sakallıyı deden sanma” demişler. Derviş Yunus da boşa uyarmamış:
Dervişlik olsaydı tâc ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka.
Yıllar önce bir olay anlatmışlardı. Duyduğumda derin bir hüzün yaşamıştım. Şahsî sorumluluk adına büyük bir ders olmuştu bana. Birkaç kötü genç arkadaş, edep ve terbiyesi temiz yüzüne yansımış iyi bir genci de boş bulunduğu bir anında ayartıp aralarına alarak geneleve gitmişler. Orada gevezelik yaparak bakıp laf attıkları bir kadın, sessiz ve mahcup bir şekilde kendisine bakan o gence demiş ki:
- Senin burada ne işin var? Bu züppelere uyma, hadi sen camiye git!
O genç başına balyoz yemiş gibi sendelemiş. Hemen o kötü arkadaşları ve mekanı terk ederek sessizce oradan çekmiş gitmiş. Dediklerine göre günlerce utanarak yalnız yaşamış okulda. Gizli gizli ağlamış durmuş tenhalarda. Arkadaşları mahcup olup özür diledilerse de bir daha asla onlarla bir arada görülmemiş.
Evet, asıl Allah Teâlâ’dan korkmak lazım. Lakin kulundan utanmak da lazım. Bu da az önemli değildir. Ahlak ilminde bu da bir “müeyyide / yaptırıcı güç” sayılır. Utanma duygusunu yitirmemiş edepli hayalı insanlar, en azından “el âlem ne der?” kaygısıyla kendi hâl ve vaziyetlerine yakışmayan küçük düşürücü işlerden kaçınırlar. Böylece ırz ve haysiyetlerini korur, izzet ve şereflerine zül getirmezler. Şimdilerde “mahalle baskısı” diye ayıplanan bu duruma bir de bu açıdan bakıp değerlendirmek lazım. Kim ne derse desin, “kamuoyu baskısı” her zaman kötü değildir. Bazılarını da bu baskı suç işlemekten, ayıp iş yapmaktan korur.
Şahsen ben de çarşıda aleni sigara içenleri gördüğümde onlara acır, “Allah kurtarsın” diye dua ederim. Ama sakallı birisini öyle görürsem, dua yerine içimden şöyle söylemek geçer: “Utan utan!”
Nitekim birçok insan, kendi muhitinde ayıp sayılan kimi işleri, canı istese de yapmaz, ama tanınmadığı yerlere gidince hemen yaparlar. Bir gazetede okumuştum. Londra’ya giden Suudî Arabistan uçağındaki çoğu çarşaflı kadınlar, hava alanına inerken soyunup dökülür, batılı bir kadın gibi giyinirlermiş. Maalesef acı gerçeklerimizden birisidir bu!
Her neyse, sözün özü, kılık kıyafet bir semboldür. Kendi din ve kültürünü yaşamaya, yaşama biçimini belirlemeye çok yardımcı olur. İnsanı korur bir yerde. O yüzden devletler ve yöneticiler, kılık kıyafet konusunda titizdirler. Bu yüzden İslam’ın tesettür emrini hafife alanlar, devletin bu titizliğini nedense hep görmezden gelirler. Acaba şu sorular onları düşünmeye sevk eder mi? “Türkiye’de Batıcı sistem neden devlet memurlarına ceket, pantolon, kravat mecburiyeti koyar? Neden başörtüsü yıllarca yasaklanmıştır? Neden hala sakal bırakmak yasaktır? Neden şalvarla memurluk yapılamaz? Madem kılık kıyafet önemsizdir, öyleyse nedendir bu yasaklar, zorlamalar, özel hayata müdahaleler?”
Demek ki dedikleri gibi kılık “önemsiz” değil, aksine “çok çok önemli” imiş. Bunu bile bile yalan söylemek devlete ve kendisine “aydın” diyen kişiye yakışır mı?