Hedefe kilitlenmek
Çanakkale’deki Seyyit Onbaşı’yı hatırlayalım...
Hani şu, sırtında koca bir top mermisiyle tarih kitaplarında gördüğümüz pala bıyıklı, kara yağız delikanlıyı...
O, Havran’ın Çamlık Köyü’nden 1889 doğumlu Seyit Onbaşı’dır...
18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda sağlam kalabilen tek topun da vinci bozulup devre dışı kalınca, ikiyüz elli okka çeken mermileri gün boyu sırtında taşımış, namluya sürmüş, her birini besmele ile ateşleyerek Fransızların medar-ı iftiharı Ocean zırhlısının büyük yara almasına sebep olmuştu.
Halbuki: “Vinç bozuldu, bu durumda elimden bir şey gelmez” diyebilir, bir kenara çekilebilir, savaşı seyrederek sigara tüttürebilirdi...
Öyle yapmak yerine, elinden geleni yaptı...
Bu yüzden de adıyla, sanıyla ve resmiyle tarihe geçti...
Seyit Onbaşı’nın hedefi meşhur Ocean zırhlısıydı; zorlukları yenmeyi denedi, yendi, gemiyi vurdu...
Şartlara teslim olup otursaydı, Ocean vurulmayacaktı...
Düşmanın morali bozulmayacaktı...
Ateş gücüyle Çanakkale sırtlarını berhava edecek, belki de zaferi kazanacaktı.
“Bir kişi ile bir şey olmaz!” diyenlere inanmayın; bir kişi ile çok şey olur...
Bazen seçim, bazen savaş, bazen sınav, bazen de tüm dünya kazanılabilir!
Unutmayalım: Seyit Onbaşı da bir kişiydi.
*
Sultan İkinci Mehmed’e gelinceye kadar, bir sürü komutan, padişah, ordu Bizans’ı fethetmek istedi, ama sadece Sultan İkinci Mehmed emeğinin yanına yüreğini, yüreğinin yanına kellesini koydu...
“Ya ben Bizans’ı alırım, ya Bizans beni!..” diye kükreyecek kadar çok istedi Bizans’ı...
Ne kadar isterseniz, o kadar ulaşırsınız...
*
Edison, “Ben dünyayı cam bir fanusla aydınlatacağım” iddiasıyla çıktı yola...
Edison’un hayallerine inanmak yerine kendi gerçeklerine inananlar, sık sık ona gidiyor ve “Yağ olmadan, fitil olmadan, fitil yağa değmeden ışık olamayacağı” konusunda Edison’u ikna etmeye çalışıyorlardı...
Baktılar dinlemiyor, “deli” deyip çıktılar işin içinden...
Çünkü o farklıydı...
Yerleşik kurallara meydan okuyor, o zamana kadar “tek gerçek” zannedilen gerçekleri ciddiye almıyor, “hayal peşinde” koşuyordu...
Herkesin ön kabullerini de kabul etmiyordu...
Herkesin ön kabullerini kabul etmediğine göre “tam bir deli” idi.
Aklınca güneşi cam fanusa koyacak, dünyaya ışık saçacaktı...
Sonunda dediğini yaptı. Sokaktaki insanın deyişiyle, güneşi cam fanusa koydu ve ışık saçtı...
“Sıradan”lar çok şaşırdı: Nasıl böyle bir şey olabilirdi?
Bu işin içinde bir iş, bir hile olduğunu düşündüler...
Fakat hile filan yoktu...
Ampul denen cam fanus parıl parıl yanıyordu.
Bilmem anladılar mı, bazılarının hayallerinin, bazılarının gerçeklerinden daha gerçek olduğunu!
Binaenaleyh, hayal kurmaktan vaz geçmeyin!
Hayaller, insanı geleceğe taşır.
*
“İmkânsızlık” yoktur; “başka imkân” aramayanlar vardır...
“Umutsuzluk” yoktur, umudunu kaybedenler vardır...
“Olumsuzluk” yoktur, “bahaneler” vardır...
“Yetersizlik” yoktur, “tembellikler” vardır...
Ve her başarısızlık, tembelliğin çocuğudur!
*
Dini ve millî tarihimiz motivasyon örnekleriyle dolu...
Buna rağmen, Amerikan yazarlarının kitaplarına avuç dolusu para veriyoruz...
Çünkü, kendimize inanmıyoruz...
Kendimize inanmadığımız için de, kendimize güvenmiyoruz.
Dualaşalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.