Gidin; hepiniz gidin!

Gidin; hepiniz gidin!

"Saldırının hesabı sorulacak", "Ayrım gözetmeden terörü lanetlemeyiz", "Etkili mücadele için siyasi irade ve kararlılık sergilenmeli", "Kanları yerde kalmayacak", "Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan şu günlerde..." Vesaire, vesaire, vesaire...

Lâf bunlar lâf; fukara elbisesi gibi her krizde tersyüz edile edile mânâsı, medlûlu, karşılığı, tesiri, yankısı, müeyyidesi kalmamış, eprimekten tel tel dökülen boş lâflar...

Bu sözler kime ait? Askeriyle siviliyle, bürokratı, siyaset adamıyla, kendi kendimizi yönetme hakkımızı devrettiğimiz kişilere ait. Dalga mı geçiyorlar, hayalhâneleri mi mahdut, yoksa başka lâf mı bilmiyorlar, artık ayırdedemiyoruz.

Terörle mücadeleyi vaktiyle "partilerüstü millî mesele" olarak kabul etmiştik ve bu yaklaşım herkese çok akıllıca, çok basiretli bir karar gibi görünmüştü. Belki de öyledir ve bizim gibi sıradan insanlar bu bilgece tavrı anlamakta güçlük çeken câhilleriz; lâkin artık bi't-tecrübe biliyoruz bir konunun partilerüstü haline getirilmesi, yönetici sınıfın meşrûiyetini sürdürmeye yarayan bir formüldür: "Hiçbirimizin gücü tek başına terörü yok etmeye yetmiyor, öyleyse terör üzerinden siyaset yaparak birbirimizi hırpalamayalım" hesabı... Yönetici sınıf dayanışmasının "yüksek devlet siyaseti" kılığına sokularak saygıdeğer hale getirilmiş biçimi...

Başkalarını bilmem, ben artık öyle düşünmüyorum.

Yapamayan çekilir gider ve bedelini öder. Cumhuriyet rejimi, hiçbir sınıf ve zümreye imtiyaz tanımayan, hiçbir sınıf ve zümreye kudsiyet atfederek onları eleştiri ve denetimden âzâde kılmayan bir halk idaresidir. Mes'ulü kimse istifa edecek, sorumluluk kimde ve kimlerdeyse silsile-i merâtiple hesap verecek.

Kendi partisini kurarak siyasete atılan emekli bir generalimiz (Osman Pamukoğlu) güzel bir tesbitte bulundu, dedi ki, "sorumluluk siyaset sınıfındadır, hesap versinler!" Bu yaklaşım siyaset kavramının sözlük karşılığı itibariyle evvela hükümeti bağlar (fakat Türkiye pratiğinde Ordu'yu da ilzâm eder) ve nitekim bugüne kadar bu gibi skandallar sebebiyle hiçbir Milli Savunma Bakanı'nın, İçişleri Bakanı'nın, "sorumluyum, çekiliyorum" diye iskemlesini terkettiği görülmemiştir. Artık bir de bu yolu denemeliyiz; Batılı demokrasilerde tipik benzerleri hayli çoktur!

Birisi çıkıp, "bu rezaletten ben siyaseten sorumluyum; işimi iyi yapmadım, benden daha iyi yapacak birine görevimi terkediyorum" diyebilsin; diyebilsin ki, öteki türden sorumlular da kendini "görevini yapamayan gider" baskısı altında hissetsin. Kural basittir; yapamayan gider, yerine gelen acz gösterirse o da gider; böyle istifalar devlet otoritesini azaltmaz, aksine pekiştirir ve yönetenleri de "gerçek yönetici" haline koyar.

Basit misal: İlk Aktütün baskınında o devrin hükümeti, "beceremedim, halkımın ve ülkemin güvenliğini sağlamakta kusur gösterdim" diye çekilmek erdemini gösterseydi, muhtemelen sıra beşinci Aktütün baskınına kadar gelmeyecekti.

Terörü önlemek konusunda siyasetçilerle askerlerin aynı siyasette mutabık kalması eğer doğru bir şey ise, hükümetlerin, bakanların istifa ettiği bir siyasi anafora generallerin, sıra ile muhtelif birlik ve hatta kuvvet komutanlarının kapılmaması mümkün değildir. Başbakan çekilirse, onun atadığı Genelkurmay Başkanı'nın yerinde durması sakîl kaçar. Böylece bizim gibi sıradan insanlar, yönetim denilen kutsal cihazın iç organlarını görür, kimin kime bağlı çalıştığını ve hangi şartlarla görevlerini sürdürmeye hak kazandıklarını anlar, bilir.

İşte bizim gibi siyasi ve bürokratik geleneklerin tesis etmediği yerlerde yöneticiler, bu yazının ilk paragrafındaki lâfları ederek günü kurtarırken bizim gibi sıradan insanların çocukları karakol baskınlarında can vermeye devam eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi