Halep yazıları 2: Halep orada, arşın nerede?
D. Mehmet Doğan’ın çeşitli vesilelerle yazdığı Halep yazılarını elektronik ortama aktarıyoruz.
Hafızamızda taşıdıklarımız sadece kendi şahsî geçmişimizin envanteri değildir, mensup olduğumuz topluluğun birikiminin de bir parçasıdır aynı zamanda. Bu yüzden, hafızamızda yer etmiş şehir isimlerinin bazısı bugünkü siyasî sınırlarımızın içinde değildir. Yüzyılların birikimi, sınır tanımaz ve şimdi uzağımızda olan şehirlerle ilgili deyimler, atasözleri bir münasebetle, günlük kullanımda dilimizin ucuna geliverir: Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz! Bundan iyisi Şam’da kayısı! İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri!
Belki de Halep, bu anlamda zihnimizde varlığını en fazla hissettiren şehirdir. “Halep yolunda deve izi aramak (saymak)”. “Ese dostum, Musa dostum/Dolaştım Şam’ı Haleb’i/Koynumdaki kese dostum.” Halep’le ilgili atalardan kalma deyim ve hikmetli sözlerden birkaçı. Mutfak kültürümüzde Halep, yoğurt ve patlıcan esaslı bazı yemekler dolayısıyla da varlığını korur. Halep dolması: Patlıcan dolması. Halep işi: Halep tarzı yoğurtlu kebap. Haleplik: Halep dolması yapmaya elverişli patlıcan...
Bu darbımeseller arasında, hem uzak olduğumuz Halep’i, hem de artık kullanılan bir ölçü olmamasına rağmen “arşın”ı bize hatırlatan, yani bütün bunlara rağmen, hafızamızdan silinmeyen bir sözün ayrı bir yeri vardır: “Halep orada ise, arşın burada!”
UNESCO’nun 2007’yi “Mevlâna yılı” ilân etmesi dolayısıyla, Türkiye Yazarlar Birliği ile Mevlâna Araştırmaları Derneği’nin Halep’te düzenledikleri “Mevlâna Günleri”, bizim için Halep’le ilgili hafıza tazelemesinin bir vesilesi oldu. Halep Mevlâna’nın tahsil gördüğü şehirlerden. Daha sonra Şems’in izinde bir kaç defa Şam yolu üzerindeki Halep’e gelip gittiği de biliniyor.
İslâm dünyası, 20. yüzılda siyasî olarak parçalandığı gibi, zihnini, zihni faaliyetler sonucu meydana getirdiği ortak mirasını da bütün olarak koruyamadı. Coğrafyalar, ülkeler paylaşıldığı gibi, geçmiş büyükler de paylaşıldı. Geçmişte müşterek kültür ve medeniyet dairesinde yetişmiş olan büyük şahsiyetler, ya etnik menşelerine, ya yaşadıkları coğrafyaya veya eserlerinde kullandıkları dile göre sahiplenildiler. Mevlâna gibi bazı büyük şahsiyetler ise, bu paylaşımda bir ülke veya halkın inhisarında kalmadı. Doğduğu Belh şehri şimdi Afganistan sınırları içinde olduğu için Afgan, eserlerini farsça yazdığı için Fars, Anadolu’da yaşadığı ve vefat ettiği için Türk sayıldı... Soyunun ilk İslâm halifelerine, hatta Hz. Muhammed’e kadar ulaştığı yönünündeki söylentiler, Arapların da Mevlâna’ya sahip çıkmalarının sebebi olabilir!
Eserleriyle, fikirleriyle coğrafyaları, etnik kimlikleri aşan bir şahsiyet olan Mevlâna Celâleddin, asrımızda bütün insanlığın tanıdığı, anlamaya çalıştığı bir büyük insan. İslâm dünyasının katı sınırlarla ayrıldığı bir dönemde, bu sınırları aşan büyük bir şahsiyeti anmak maksadıyla Halep’te bulunuyorduk. Halep ve Şam Mevlâna’nın tahsil gördüğü, gidip geldiği şehirlerdi. Bizimse, hem de hızlı ulaşım ve iletişim çağında yabancımız olmuştu. 15 sene önce bir hac yolculuğu vesilesiyle Halep’ten geçerken hissettiğimiz tedirginlik hâlâ hatırımızdadır. Beş sene önce, Halep ve Şam’da kendimizi daha rahat hissetmiştik. Şimdi, Halep, bir yıllık “İslâm kültür başkenti” unvanını devrederken yaptığımız bu toplantı, iki taraftan ilim adamlarının katılımıyla, iki ülkenin insanının müşterek varlığının bir özeti gibiydi.
Esasında, Halep’in mevleviliğin tarihinde önemli bir yeri var. Mevlâna’nın Halep’te tahsil gördüğü medrese binası hâlâ ayakta. Haleb’i mevlevilik için önemli kılan sadece bu değildir. Halep Mevlevihanesi, mevleviliğin önemli merkezlerindendir. Bu tarihî önem, Türkiye’de tekke ve zaviyelerin seddinden (kapatılmasından) sonra, Konya merkez dergâhının yerine Halep mevlevihanesinin geçmesiyle bir kat daha artmıştır. Türkiye dışında kalan mevlevihane şeyhleri, 1926’da Halep Mevlevihanesi’nin merkez ittihaz edilmesinde ittifak etmişlerdir. Türkiye’de resmen sona eren mevlevilik, Türkiye dışında, en azından Suriye, Mısır ve Kıbrıs’ta bir müddet yaşamaya devam etmiştir. 1950’lere kadar süren bu dönem boyunca Halep, mevleviliğin son merkezi olmuştur.
Bu ayrıntı bilinmeden, Konya’da sürekli yapılan Mevlâna toplantılarının ardından Halep’te gerçekleştirilen sempozyum ve Ahmet Hatiboğlu topluluğunun tasavvuf müziği konseri, zihinlerde unutulmaz bir iz bıraktı. 4 milyonluk Halep şehrinin halkı, Üniversite’de yapılan ve ister istemez etkisi sınırlı kalan bu faaliyetten fazla haberdar olmasa bile, şu günlerde, Türkiye ile ilişkileri geliştirme yönünde yeni bir başlangıca vesile olacak sportif bir faaliyeti konuşuyordu. Yapımı tamamlanan 75.000 kişilik Halep Stadyumu, 3 nisanda Fenerbahçe ve Haleb’in ünlü takımı İttihat arasında yapılacak karşılaşma ile açılacak. Kitleleri sürükleyen bu açılışta, Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da bulunacak...
Türkiye ile Suriye’nin ilişkilerini gerçek anlamda geliştirmek için, zihinlerimizdeki parçalanmaları da ortadan kaldırmamız gerekiyor. Türkiye ve Suriye çatışarak, savaşarak birbirinden ayrılmadı. Haleb’in Millî Mücadele sırasında çok güçlü bir Kuva-yı Milliye teşkilatına sahip olduğunu, bu teşkilatın içinde hatta “Arap milliyetçisi” olarak tanının isimlerin de yer aldığını, Türkiye’nin yakın dönem tarihinden sorumlu olan inkılâp tarihçileri bile bilmezler! Arapların bizi arkadan vurduğu sakızını çiğnemeyi meslek edinenler, emperyalistlerin oyununa gelen Hüseyin’in oğlu Suriye kıralı Faysal’ın bile Halep’e gelerek Fransızlara karşı Ankara yönetimi ile anlaşma çareleri aradığını bilmezden gelirler! Yani Halep oradayken, buradaki arşın ölçü olmak değerini öylesine kaybetmiştir!
20. yüzyılın bölge haritasını bu ülkelerin halkları çizmedi. İki ülkenin halkları arasındaki müşterekler, sayılamıyacak kadar çok. Kardeşleri bir süre için de olsa birbirine düşüren, yapay ayrılıklar ise, tarihin çöplüğüne atılmak üzere...
Bu konuda, yayınlanan Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu isimli kitabımızda ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.