Başımız Sıkışmadan
İnsanız ya, başımız sıkışınca “Allah” deriz. Rahatlayınca da unutur gideriz o korkulu yaşadıklarımızı. Bu da bizim nankör yanımız.
Kâfirler bu nankörlüğü daha da büyük olarak yaşarlar. Allah Teâlâ’ya inanmayan nice insan, başı sıkışınca, mesela çaresiz dertlere düşünce, mesela deniz ortasında batan gemide şaşkın ve eli böğründe kalınca, ya da düşen uçakta yere doğru dalınca, “ALLAH” der.
Samimidir, eskiden inkâr ettiğinin hesabını yapmaz o an. İçtenlikle ister Allah’tan. Ama ya kurtulunca?
Bizim sistem de başı sıkışınca hep “Allah” der, “İslam” der, “kardeşlikten” dem vurur. Ya sonra?
“İrtica ile mücadeleye devam”…
Ülke tedbir alınmazsa adım adım bir cehenneme doğru gidiyor: Kürt-Türk çatışması.
Bazıları “Bosna - Hersek Sırp” savaşını örnek gösterdikçe, “Yok canım, biz müslümanız, bizde olmaz öyle şeyler” dedik. Haksız da değildik.
Ama ya İslam çekilirse aradan?
Ya da, o da iş görmez raddeye varırsa inkâr?
Allah korusun, düşünmek bile ürpertiyor insanı, korkutuyor.
İşte dün Adapazarı, bugün Altınova olayları…
Yarın öbürgün Diyarbakır’dan, Elazığ’dan Allah esirgesin…
Sistem görmeli bunu. Görmeli ve İslam ile uğraşmaktan vazgeçmeli. Samimi olmalı ona karşı. Yeri geldikçe kullanılacak, ama fazlası zarar verecek bir ilaç gibi görmemeli İslam’ı sistem. Çünkü bünye ona da bağışıklık kazanabilir. O zaman o ilaç da etkili olmayabilir.
Usta Gazeteci Ahmet Taşgetiren yazmıştı bir zamanlar bu gerçeği karikatürize ederek o içten üslubuyla. Hani bir zamanlar sistem yine sıkışmıştı da doğuda, uçaklardan bildiriler atmıştı halka. Halk okumuştu bu bildirileri ve mutlu olmuştu. Sistem diyordu ki o bildirilerde, “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın, birlik olun, tefrikaya düşmeyin. İnananlar kardeştir.”
Adamın biri o bildirilerden birini almış, okumuş ve cebine koymuş seve seve, “yine okurum” diye. İstanbul’da da işi varmış zavallının. Şehre girişte Jandarma mı, emniyet mi kimse, arama yapmış. Adamın üstünde bulmuşlar bu bildiriyi ve üç gün dayak atmışlar, “hangi örgüttensin, söyle” diyerek…
Sonunda işi anlamışlar ve bir özür de dilemeden salıvermişler…
Böyle olmamalı. Sistem “nankör insan”ı oynamamalı.
Zaten bir yararı da yok. Bu millet İslam’dan geçmez. İslam bu topraklarda asla bitmez. “Kökünü kazıdık” zannedenler, “köklerinin kazındıklarını” er ya da geç anlarlar.
Keşke sistemin sahipleri ne kendilerini, ne de milletini perişan etmeden bu gerçeği görseler. Ne kendilerine, ne de insanlarına boşuna eziyet etmeseler…
Biz millet olarak İslamsızlığın musibetini yaşıyoruz. O’na dönsek, kurtulacağız. Ama bizim de kabahatlerimiz var: Dinimizi bilmiyoruz, öğrenmek için çabalamıyoruz. Helal ve haram ölçülerine göre yaşamıyoruz. Ahireti ve hesabı unutmuşuz, bütün amacımız dünya olmuş. Hırslarımızı, şehvetlerimizi, heva ve hevesimizi kontrol edemiyoruz. Haram lokma kalbimizi kilitlemiş. Allah’ı ancak başımız sıkışınca anıyoruz…
Gelin önce biz Müslümanlar tövbe edelim ve Allah Teâlâ’ya dönelim. Kabahatlerimizi, kötülüklerimizi iyiliklere tebdil edelim. Allah da bu kötü ahvalimizi iyiliklere tebdil eylesin.
Allah Teâlâ’nın kesin kanunu vardır: “Bir millet –ama iyi, ama kötü- kendini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmez.”
Bu sistemi değiştirmenin tek yolu da budur zaten; kendimizi değiştirmek. Yani İslam’ı öğrenmek ve yaşamak. Kendini istemeyen insanlara İslam gelmez de, bir şey vermez de.
Biz bunu başarırsak, yani Allah’a dönmeyi, kendimizi İslam’la değiştirmeyi başarırsak, sistem kendiliğinden bizim istediğimize dönüşecektir.
Allah Teâlâ’nın kanunu değişmez. Gelin biz kendimizi iyilikler adına değiştirelim. İman ve Salih amele, güzel ahlakı da ekleyerek, güzel Müslümanlar olalım. “Lafla peynir gemisi yürümez”miş. “Laf ebeliğini” bırakalım da, samimi birer Müslüman olmaya bakalım.
Biz böyle olursak, içinde yaşadığımız devlet de, düzen de bize ayak uydurmaya mecbur ve mahkûmdur.
Bizi gürültü ve patırtılarla bundan alıkoymak isteyenlerin oyununa gelmeyelim lütfen, sağımızda solumuzda kalan eğri büğrü yollara ve başlarındaki şeytanlara, deccallara aldırmadan “sırat-ı müstakim”de yürümeye devam edelim. Allah Teâlâ’nın razı olmadığı “dalalete düşmüşlerin ve gazaba uğramışların yollarından” kendimizi koruyalım.
Terörün de başını ancak böyle ezebiliriz. Değilse, anamız ağlamaya devam edecektir ve suçlusu da biz olacağız. Biz, Allah Teâlâ’ya isyan ederek aklımızı peynir ekmekle yemişsek, suç kimindir?
Son söz, söz sultanının olsun: “Mü’min, zarar gördüğü delikten iki kere sokulmaz.”