İşte İki Dünya Önünüzde
Ne kokar ne bulaşır mıymıntı Obama’ya geldiğ sene “Nobel Barış Ödülünü” verenler utansın. Hiçbir hayırlı eser bırakmadan geldi ve gitti.
Oysa dünya için bir şans diye bekledi herkes. Halbu ki her hainliğin altında imzası olarak defoldu gitti. “İla cehenneme zümera”.
* * *
Şimdi birisi geldi fırtınalarla. Verdiği zalimane karar dünyayı ayağa kaldırdı. Müslümanlar memlekete alınmıyordu. Beş yaşındaki çocuklar hava alanında kelepçelere vuruldu. Kendi yargıçları rezil ederek verdiği kararı kaldırıp attılar. Anlaşılan dünyanın çekeceği var.
* * *
Dünyanın bütün azgın zalimleri, despot ve diktatörleri, toplayıp biriktirdikleri servetlerinin ve emri altına aldıkları adamlarının çokluğundan cesaret alır; bu iki gücün verdiği cüretle hem İslam gerçeğini kabul etmeyi kendilerine yediremez, hem de inanan insanları küçük görürler. Çünkü onlar, kibir ve azamet duygusunun esiri olmuşlardır. Bu yüzden yoksul ve kimsesiz olan inançlı ve dürüst insanların Allah katında değer kazanacaklarına inanmazlar.
Oysa azıcık empati yapabilseler, azıcık kendilerini ve yaptıklarını sorgulayabilseler, ne kadar kötü olduklarını anlayabilirler.
* * *
Allah Teâlâ’nın servet ve güce ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Bu yüzden bu zalimlerin Allah Teâlâ’ya bir etkisi olamaz. Onun yanında ancak iman, taat ve ahlak fayda verir.
Bu dünyada bunları kibirlenerek inkar edenler, tekrar dünyaya dönerek telafi etmek isterler, ama mümkün değil. İmtihan bir keredir.
Bu hepimize yeter bir ders değil midir?
* * *
Bir de başka bir dünya var. batı taklitçiliği ile kendi hakikati arasında müzebzep, gidip geliyor. Ona mazisinden bir ders sunalım mı?
Belki ayıkır da kendine gelir. Küfürle iman arasındaki farkı görür.
* * *
Mü’minlerin Allâh korkusuyla döktükleri gözyaşları, fânî gecelerin zîneti, kabir karanlıklarının kandilleri, cennet bahçelerinin şebnemleridir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’in hikmet ve esrârı karşısında duygulanmayan yürekten ve Allâh korkusuyla yaşarmayan gözden cümlemizi muhâfaza buyursun.
Ebû Bekir (ra) berrak bir havada dışarı çıkmıştı. Semâya bakıyor, Allâh Teâlâ’nın kullarına ibret için sergilediği bin bir türlü kudret akışlarını seyrediyordu. Gözü bir kuşa takıldı. Ağacın dalına konmuş, güzel sesiyle tatlı tatlı ötüyordu. Hazret-i Ebû Bekir içini çekti. Gıpta ve hasretle kuşa şöyle seslendi:
“–Ne mutlu sana ey kuş! Vallâhi ben de senin gibi olmak isterdim. Ağacın üzerine konuyorsun, meyvelerinden yiyorsun, sonra da uçup gidiyorsun. Ne hesap var ne de azap! Vallâhi Rabbimin huzûrunda hesâba çekilecek bir insan olmaktansa, yolun kenarında bir ağaç olmayı, bir devenin gelip beni ağzına alarak ezmesini ve yiyip yutmasını ne kadar isterdim!” (İbn-i Ebî Şeybe, VIII, 144)
Yine Ebû Bekir (ra) bir gün kıyâmeti, mîzânı, cenneti, cehennemi, meleklerin saf saf dizilmesini, göklerin dürülmesini, dağların savrulmasını, güneşin dürülmesini, yıldızların saçılmasını hatırladı, bunlar üzerinde tefekküre daldı. Sonra da Allâh korkusuyla:
“–İsterdim ki, şu yeşillikler gibi bir yeşillik olaydım ve bir hayvan gelip beni yeseydi de yok olup gitseydim.” dedi. Bunun üzerine:
“Rabbinin mâkamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır.” (er-Rahmân, 46) âyet-i kerîmesi nâzil oldu. (Süyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II, 146; Âlûsî, XXVII, 117)
Ashâb-ı kirâm, Cenâb-ı Hakk’ın:
“Ey îmân edenler! Allâh’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) îkâzını hiçbir zaman akıllarından çıkarmıyor ve hep bu duygular içinde yaşıyorlardı. (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-1, Erkam Yay.)
İşte iki dünya. Hangisinde yaşamak isterseniz, gereğini yapınız.