Türkçe Öğretimi ve Kültür Dili Olarak Türkçe
(3. Millî Kültür Şûrası Dil ve Edebiyat Komisyonu’na tekliflerim)
Bakanlık, bizim 3. Millî Kültür Şûrası Dil ve Edebiyat Komisyonu’nda yer almamızı uygun bulmuştu. Bütün komisyonlar gibi 10 kişiden müteşekkil bu komisyonun diğer üyeleri Beşir Ayvazoğlu (başkan), Adnan Özer, Ebubekir Eroğlu, Enis Batur, Haydar Ergülen, M. Fatih Andı, Melek Paşalı, Sabri Koz ve Üzeyir İlbak idi. Fatih Bey bir yakının rahatsızlığı dolayısıyla katılamaycınca, Yılmaz Daşcıoğlu yerini aldı.
Komisyon üyeleri yaşlarına ve edebiyat geçmişlerine yakışır bir olgunlukla konuları değerlendirdi ve teklif ve tavsiyelerini böylece kayda geçirdi. Her üyenin, üzerine aldığı konu ile ilgili 2 sayfalık sunum hazırlaması gerekiyordu. Benim sunumumun “Türkçe Öğretimi ve Kültür Dili Olarak Türkçe” olması uygun bulunmuştu. Biz de bu çerçevede görüşlerimizi kaleme aldık. Bu fikirlerimizin önemli bir kısmı bazı değişikliklerle komisyon raporuna girdi. Şûra ile ilgili olarak diğer yazacaklarımızdan önce kendi metnimizi okuyuculara sunmak istiyoruz.
1. Türkçe öğretimi, talimi ve terbiyesi
Öğretim, eğer talim (alıştırmayı, uygulamayı da ihtiva eden öğretim) ve terbiye (edebini-âdabını öğretme, benimseterek yetiştirme) yönleri ihmal edilirse, başarıya ulaşılamaz. Bu açıdan bakılınca, türkçe “ders” olmamalı, sırf kurallarla türkçe öğretmeye çalışılmamalıdır. Türkçe her halükârda sınıf geçilen bir ders olmak yerine, yaşanan; şiirle, müzikle, güzel konuşmalarla öğrenilen tabiî dil olmalı.
Çocuklarımızı kendi masallarımızla büyütmenin yolunu bulmalıyız. Kültür Bakanlığı iyi derlenmiş, üsluba çekilmiş masal metinlerini külliyat olarak yayınlamalı. Bu metinlerin çocukların ilgisini çekecek şekilde resimli baskıları yapılmalı; seslendirilmiş, görüntülendirilmiş ve hatta çizgi film haline getirilmiş versiyonları hazırlanmalı. Bu zeminde oluşturulan yeni masallar veya benzer edebî verimler teşvik edilmeli.
Ana okulundan başlayarak orta okul sonuna kadar çocuklarımız türkçenin güzel örnekleriyle karşı karşıya bırakılmalı. Çocuklarımıza şarkılarla, türkülerle türkçe öğretmek esas olmalı. Karagöz ve orta oyununda görülen kelimelerin yanlış kulanımı ile ilgili örneklere benzer tarzda örneklemelerle doğru türkçe konuşmanın, yazmanın önemi vurgulanmalı.
İlk öğretim ve orta okul, çocuklarımıza aşırı bilgi yüklenen bir dönem olmamalı. Çocuklarımızın kafasını küçük yaşlarda daha sonra öğrenebilecekleri bilgilerle doldurmak yerine dinlediğini, okuduğunu anlayacak, dil melekelerini geliştirecek uygulamalı, örnekli programlarla yetiştirilmesi esas alınmalı. İlk ve orta öğretim, kitap okuma alışkanlığı kazanılması için en uygun çağ olarak görülmeli.
Konuşmak, dinlemek, meramını doğru ifade edecek şekilde yazmak, ilk öğretimin esası olmalı. Türkçe öğrenmek liseye bırakılmadan halledilmeli. Lise devresi, türkçesi mükemmel öğrencilerin bilgilerini geliştirdikleri, üniversiteye hazırlandıkları bir dönem olmalı. Üniversiteye giriş sınavı, sadece test metodu ile yapılmamalı. Mutlaka dil ve ifade ölçmeye yarar, yazma becerisini göstermeye imkân veren bir uygulamaya geçilmeli. Bu Lisenin son iki yılında da yapılabilir. Son iki yılda bu niteliklerini ortaya koyan gençler test imtihanı ile üniversiteye alınmalı.
1/1. Kitap, kütüphane
Kitap ve kütüphane erken yaşlarda çocuklarımızın hayatında yerini almalı. Sınıf kitaplıkları, okul kütüphaneleri, şehir ve semt kütüphaneleri yaygın şekilde hayatımızın bir parçası olmalı.
İlk ve ortaöğretimde okunacak temel edebiyat ve fikir eserleri listesi hazırlanmalı, bunlar piyasanın istismarına fırsat vermeyecek şekilde Kültür (veya) Millî Eğitim bakanlığınca eksiksiz-tam metin olarak yayınlanmalı. (Uzman bir heyetten eserlerin aslına uygun olduğunu belirten belge alan yayıncılar tarafından basılması da düşünülebilir.) Temel metinlerin diline müdahale edilmemeli, eserler ancak kelime açıklamaları veya açıklayıcı notlarla yayınlanmalı. Temel eserlerin seçiminde çocukların yaşına göre terbiyevî (pedagojik) ölçüler dikkatten kaçırılmamalı.
2. Kültür ve medeniyet dili olarak türkçe ve edebiyatımız
Türkçenin bin yılları aşan yazılı metinleriyle bir kültür, medeniyet dili olduğu gerçeğinden hareketle, günlük dilin ve “arıdil” olarak nitelenen daraltıcı yaklaşımların ötesine geçilmesi bir devlet siyaseti olarak düzenlenmeli. Dil devrimi sürecinde arapça ve farsça kelimelere karşı yürütülen ve esasında edebiyatımızın ve düşüncemizin malı olmuş çok sayıda kelimenin dışlanması ile oluşan fakirliği ortadan kaldırıcı programlar uygulanmalı. Bu süreçte bilhassa kavram veya terim mahiyetindeki kelimeler kaybedilmiş, yeni uydurulanlar bunların yerini tutamamış ve sonuçta batı kökenli kelimeler yaygın olarak tercih edilir olmuştur.
Batı kaynaklı kelimelerin dilimizi istilasına karşı ciddi tedbirlerin devreye sokulmasında daha fazla geç kalınmamalı. Öncelikle devlet dilinde ve öğretim dilinde yaygınlaşan çok sayıda yabancı kelimenin yerine türkçeleri tercih edilmeli. Kanunlar başta olmak üzere devlet metinleri doğru türkçe ile yazılmalı ve batı dillerinden geçen yabancı kelimeler, eğer günlük dile yerleşmemişse kullanılmamalı.
Dil alanında otorite yokluğu, kendini hissettirmektedir. Türk Dil Kurumu’nun üzerine düşeni yapmaması/yapamaması, bu alandaki olumsuzlukların yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Birçok alanda terim birliği sağlanamamıştır. Osmanlıca terimlere karşı yapılan terimler kısmen yerleşmiş, fakat genel olarak tutmamıştır. Bu durumda latince kaynaklı terimler ağırlık kazanmaya başlamıştır. Terim farklılaşması kurumlar, üniversiteler ve hatta kişiler ölçeğinde devam etmektedir. Terim birliğinin sağlanamamasının dil ve bilim alanında ciddi meseleler doğurduğu görülebilmektedir. Terim meselesini makul ölçüler içinde ele alan komisyonlar oluşturularak mutabakat sağlanmaya çalışılmalıdır.
Dünya değişim dönemlerine mahsus ağır gündemi ile bizi kuşatıyor. Her şeye rağmen esas gündemimizi unutmamalıyız. Asırları aşan kudretli bir dilimiz, zengin bir edebiyatımız ve büyük şair ve yazarlarımız olduğu için ayakta ve güçlü olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız. Dilimizin bize verdiği gücü bilerek, edebiyatımızın bizi ayakta tuttuğunu görerek adımlarımızı atmalıyız.
2/1. Maddî gelişme-Manevî/kültürel gelişme ilişkisi
İktisadımızı geliştirerek refah seviyemizi yükseltiyoruz, maddî varlığımızı artırarak kuvvetleniyoruz. Son 15 yılda Türkiye bu anlamda bir kaç Türkiye oldu. Bu elbette memnuniyet verici. Madden güçlenirken manen (dil, kültür, ilim) ne durumdayız? Maneviyatı münhasıran dinî alan olarak görmemelidir. Dilimiz maneviyatımızın yapıcısıdır, yaşatıcısıdır. Ona verilen zarar, maneviyatımıza verilmiş demektir. İnsan dünyayı kelimeleştirir; kelimelerin dünyasında konuşur, yazar, düşünür ve böylece hayat bulur. Dilin bütün unsurları birbiriyle irtibatlıdır. Her hangi bir ögesi diğerinin varlığı ile değer kazanan bir sistemdir dil. Zincirin bir halkası kırılınca, kopuş umumî olur.
Dilimizin karşı karşıya kaldığı müdahale, anlam alanlarımızın tahrib olmasına yol açtı, zihnimiz ağır hasar gördü. Bunu bilerek, binlerce yıl içinde oluşturduğumuz zengin dille konuşmanın, yazmanın, düşünmenin öneminin altını çizmeliyiz. Bir taraftan millete mal olmamış uydurma ve dil zevkine aykırı kelimeler, öte yandan kayıp kelimelerimizin yerine batıdan ithal kelimelerin konulması hali ile karşı karşıyayız. Gerçek ve zengin türkçeyi ancak Milli Eğitimimiz, Kültür Bakanlığımız ayakta tutabilir.
Manevi/kültürel gelişmenin sağlanamaması, bizi maddî gelişmenin yol açtığı sorunlarla baş etme gücünden yoksun kılar. Manevî alanda 3. Köprü’nün mukabili nedir? Marmara’ya, Avrasya Tüneli’ne ne karşılık gelir?
3. Edebiyat kültür ve ilim ilişkisi
Kültürel alan güclü bir edebiyat arkaplanı olmaksızın yeni hamleler yapma yeteneğini kaybeder. Gerçek bir kültür hareketi ilimle edebiyatın ortak çalışması ile mümkün olabilir. Türkiye’de kültürle edebiyatın, ilimle edebiyatın bağı kesilmiştir. Üniversiteler ilme ruh veren, hayatiyet katan edebiyatı adeta dışlamışlardır. Edebiyatsız bir kültür ruhunu, kitleleri kavrayacak hareketliliğini kaybetmiş demektir.
Önemine rağmen edebiyat, sanat ve kültür konuları son yıllarda gündemin en arka sıralarına itilmiştir. Gazeteler kültür ve sanat sayfalarını iptal etmiş, televizyonlar bu konuları gündemlerinden çıkarmıştır. Edebiyat ve sanat dergileri dar alanlara sıkışmıştır. Türkiye’de her yıl 50 binin üzerinde kitap yayınlanmakta, birçok önemli kitabın yayınından konunun ilgilerinin bile haberi olmamaktadır.
Kitap değersiz bir meta haline gelmiştir/getirilmiştir. Devlet kütüphaneleri hizmet bakımından ekseriya 1960’lı yılların anlayışı ile devam ediyor. Belediyeler istisnalar dışında kütüphane kurmaktan uzak duruyor. Başkent Ankara bu bakımdan en kötü durumda olan şehrimizdir. Kütüphanesiz beldenin şehir olmayı hak etmediğini görmek zorundayız. Kütüphane yapmadan üniversite kurmak, ilimle kitabın bağını görmezden gelmek demektir.
Kültür Bakanlığı, hatta Milli Eğitim ve Gençlik Bakanlıkları kitaba ilgiyi yükseltmeyi âcilen programlarına almak zorundadır. Zihin emeği bütün emeklerin üstündedir. Her yıl yayınlanan güzel şiir kitapları, hikâye kitapları, romanlar, fikir eserleri bu bakanlıkların yakın takibinde olmalı. Onların yakın alâkası edebiyata ve dile ilgiyi yükseltmeli. Sinema ve tiyatro alanına Kültür Bakanlığı tarafından yapılan kaynak aktarımı, edebiyat alanına da teşmil edilmelidir. Belediyelerin aynı zeminde çalışmalar yapması, kültürel belediyeciliğin artık ertelenmemesi gerekiyor.
4. Gönüllü kuruluşların yeri ve rolü
Kültürel ve edebî alanda gerçek gönüllü kuruluşların ciddi anlamda desteğe ihtiyacı var. Türkiyede sivil toplum kuruluşu denilince ilk odalar, sendikalar hatıra geliyor. Bunlar mesleklerini icra edenlerin menfaatlerini korumak için vardır ve kültürel alanda varlıkları hissedilmaz. Gerçek anlamda kültür kuruluşlarına sahip çıkan, destek veren bir yönetim aslında gençlerinin geleceğine, yani ülkenin yarınına yatırım yapıyor demektir. Öğretim diploma ile biter, fakat talim ve terbiye hayat boyu devam eder.
5. Edebiyatımız ve kültürümüz tarihî olduğu kadar günümüze aittir
Bugün büyük dil, edebiyat ve ilim eserlerimizle birlikte büyük şair ve yazarlarımızı toplumun gündeminde tutmak, kimliğimizi ayakta tutmanın önemli unsurlarından biridir. Edebiyatımız ve kültürümüz tarihî olduğu kadar günümüze aittir, bu sebeple günümüzün şair ve yazarlarını, fikir ve ilim adamlarını topluma tanıtmak sürekliliğin altını çizmek bakımından önemlidir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.