“Kutlu Doğum” Tartışmasında Doğrular Ve Yanlışlar 2.
Gelelim “Kutlu Doğum Haftası” kutlamalarına itiraz edenlerin “işi adabına uygun yapmalı” haklı itirazlarından başka diğer itiraz sebeplerine ve tek tek görelim inşallah.
Bu kutlamalara “bid’at” diye itiraz edilemez.
Çünkü bid’at, Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sonra ortaya çıkan, dinden olmadığı halde onu dindenmiş gibi sayarak dine bir ilâve yapmaktır. Yeri gelmişken söyleyelim, dine ekleme yapmak ne kadar yanlış ise, ondan bir şeyi eksiltmek de aynı mahiyettedir. Dinden demek, dinin iman, ibadet ve kanunları demektir. İşte dinde olmadığı halde sonradan ihdas edilip dine girdirilen bir iş bid’attır. Bid’at ise dalalettir. Yani yanlıştır, sapmadır.
Şimdi soralım; bu “Kutlu Doğum Haftası kutlamalarına” doğrudan ibadet diyen bir kimse veya kurum var mıdır?
Biz bilerek yoktur. Diyanet de buna “ibadet” diyerek yazdığı ilmihal kitaplarına bunu bir ekleme yapmamıştır.
Ancak şu söylenir: Bu, sonuçta iyi niyetle Peygamberimizi ve dinimizi tanıtan bir çalışmadır. Allah bunu sever, bunu davet, tebliğ, nasihat ve eğitim öğretim gibi “salih bir amel” sayar ve bunu yapanlara sevap verir. Buna kimin itirazı olabilir?
Öyleyse bu kutlamalara “ibadet” denmediği için, “bid’at” denemez. Birisi söylese bile o sözü fuzulidir. Bu kutlamaların amacı, bütün insanlığa yapılan bir davet, tebliğ ve irşattır. Üstelik devlet resmen tanımıştır ve kendisi kutlamaktadır. Diyanet buna aracıdır. Bu yüzden kutlanan her yerde yöneticiler de bu programlara katılmaktadır. Bu devlet millet kaynaşması için de önemlidir.
Üstelik din Diyanetin tekelinde değildir. Din herkesindir ve herkes dinine hizmet için elinden geleni yapabilir. Nitekim artık neredeyse bütün STK’lar Kutlu Doğuma katılmakta, hatta bazen on binler, yüz binler meydanlarda buluşmaktadır. Hele “Peygamber Sevdalıları”nın Diyarbakır, Adana, Urfa, İstanbul gibi şehirlerde meydanları dolduran muhteşem toplantılarına hayran olmamak, teşekkür etmemek mümkün değildir. Allah amaçlarına yetirsin diye dua ederiz.
Kaldı ki çağımız reklam ve tanıtımın öneminin kavrandığı, kamuoyu kabulü veya reddinin ne kadar önemli olduğunun anlaşıldığı bir zamandır. Bu bakımdan üstelik kamuca kabul edilmiş ve benimsenmiş bu haftayı kaldırmak, Müslümanlar için bindiği dalı kesmek, meyvesini yediği ağacı yok etmek gibi akla ziyan bir harekettir. Bunu düşünecek yerde tam tersine, nasıl daha faydalı olacak hale getirilebileceğini düşünmek ve yapmak gerekir.
Hem dua ediyor, hem de yetkililere teklif ediyorum; Keşke biz bunu BM nezdinde de kabul ettirerek dünya çapında kutlanmasını başarabilsek. İslam adına ne büyük bir başarı olurdu değil mi? Allah bunu da göstersin bize inşallah.
Bu kutlamaların Mevlid gecesine “alternatif” sayılarak kutlanması iddiasına gelince, bu iddia kimden gelirse gelsin, hem doğru değildir, hem gerçeklere uymaz, hem de akla ziyandır.
Çünkü “alternatif” demek, diğerini ret ederek yeni bir “seçenek sunmak” demektir. Mesela miladi yılbaşını kutlamayı çirkin gören kimi Müslümanlar, onun yerine hicri yılbaşını alternatif olarak kutluyorlar. Yani önce miladi olanı ret ediyor, sonra onun yerine hicri olanı koyarak onu kutluyorlar. Şimdi söyler misiniz, kim mevlid gecesini terk ederek yerine Kutlu Doğumu tercih etmiştir. Diyanet veya bir başkası, ne zaman Mevlit gecesini ihmal etmiştir? O gece camiler hep dolup taşmamış mıdır?
Neticede bu haftanın “edebiyle, usulü dairesinde” kutlanmasına devam edilmelidir. Diyanet de bu kutlamaları tekeline almamalı, katkı sunabilecekleri bu mübarek işe davet etmelidir. Varsa bu arada yersiz ve komik durumlardan da vaz geçmelidir.
Var mıdır böyle durumlar?
Evet, maalesef vardır. En azından biz bazı kereler rastladık.
Ne gibi mi?
Yazı çok uzadı. Onu da gelecek yazıya bırakalım.