Bursa’da Tuluyhan Uğurlu’yu dinlemek...
Bursa 16. Edebiyat Günleri’ni de gördü... Süreklilik için dudak bükülecek bir rakam değil bu. İki yılda bir yapıldığı düşünülürse, otuz küsur yıllık, bayağı “yerleşik” bir gelenekten söz ediyor olmalıyız.
Edebiyat ilgisinin, sanat ilgisinin seyri konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir zamanda iki günlük böyle bir programın icrası mühim. Resmî istatistiklere bakarsanız, bu ilgide bir azalma yok, aksine ciddi artışlar var. Çünkü son 15 yılda çok sayıda kültür merkezi ve kongre sarayı yapıldı. İşin maddesi konusunda tereddüt yok...
Ya mânâsı?
Şairlerimiz şiir yazmaya, hatta şiir kitapları yayınlamaya devam ediyor. Çok sayıda hikâye kitabı, sayısı binlere varan roman yayınlanıyor. Basılı veya sanal dergilerin sayısı hakkında yüksek rakamlar verilebiliyor...
“Öyleyse mesele yok!” diyebilir miyiz?
Peki, edebiyat sanat hayatımızın neresinde?
Gazeteler edebiyat ve sanat sayfalarını, bu kültür merkezlerinin bir biri peşi sıra inşaa edildiği dönemde neden kaldırdılar? Neden televizyonlarda kültür, sanat ve edebiyatla ilgili haberler ilaç için bile yer almıyor?
Yahut da, neden kültür ve sanat olayları ancak üst kademe siyasiler katılınca haber olabiliyor?
Ve Bursa Edebiyat günleri basınımızda doğru dürüst haber olamadı...
Bu soruların cevabını vermek için zaman harcamak yerine bir edebiyat ve sanat olayı hakkında bir şeyler yazmak yolunu seçelim.
İşte Bursa’dayız, 16. Edebiyat Günleri icra ediliyor, açılışta Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı konuşuyor...Kırk kadar şair ve yazar bir araya gelmiş. Kocaman salon öğrencilerle lebaleb dolu...
Konu cazip: “27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a darbeler ve edebiyat...” Kapanışta bir de konser var. Meşhur piyanistimiz Tuluyhan Uğurlu sanatını icra edecek, daha doğrusu kendi bestelerini seslendirecek.
Son alarak ne zaman bir salonda gerçek bir mûsıki icrası dinledik? Hafızamız bize çok fazla yardımcı olmuyor! Bu yüzden ünlü piyanistimizi dinlemeyi önemsedim.
Azalan mûsıkî ilgisi ve bir şekilde sözünü söylemek, sesini işittirmek, müzik olarak icra etmek. Tuluyhan Uğurlu’nun bunu her şeyin rağmına yapmak için çabaladığı görülebiliyor. Müziğini konser salonundan Kapalıçarşıya, tiren garlarına, kütüphanelere taşıyor. Tarihin derinliklerine giderek bugüne mesajlar vermeyi önemsiyor.
Tuluyhan Uğurlu 1948’de kabul edilen Harika Çocuklar Kanunu’na göre yurt dışına gönderilen ve belki de kaybetmediğimiz tek üstün yetenek...
Tuluyhan Uğurlu’yu dinlerken, bu topraklardaki tarihin sese dönüştürüldüğünü hissediyorsunuz. Arkada görüntüler akıyor, açıklayıcı bazı cümleler geçiyor. Bu görüntüleri sofraya oturmuş yemek bekleyen birine yiyeceği yemeklerle ilgili açıklama yapmaya benzettim nedense ve bunun her zaman iştah açıcı olmayacağı kanaatine vardım.
Bu tarih özetinde naif bazı unsurlar dikkat çekiyor. Sanatı derinlemesine okumaya vakit bırakmıyor belki. Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olması mümkün olmayan mısralar, Atatürk’le ilgili sıradan ve doğrulanması güç malûmat, bilenlerin kulaklarında mûsıkinin tesirini zayıflatıyor. Öyle değilse bile, müziği bu cümlelere indirgeme tehlikesine yol açıyor.
Tuluyhan Bey, sanatını görülebilir bir heyecanla ve şevkle icra ediyor. Jest ve mimiklerle destekliyor, zaman zaman bazı şeyler mırıldandığını duyuyorsunuz, böylece salondaki herkesi kendi havasına sokuyor. Eser böylece hayat buluyor.
Konserden sonra bir iki söz de söyledi. Sanat önemlidir dedi, sanatsız olmaz dedi, icra değil, üretim önemli dedi... Bu halisliğe rağmen kelimesizlik içimi burktu. Onun “icra değil ibda önemli” demek istediğini sanıyorum. Üretmek sürekli olarak, seri olarak yapılır. Eskiden “imalat” denilirdi...
Tuluyhan Uğrulu’nun yaptığına asla “üretim” diyemeyiz. Bu “ibda”dır. Ya ibda nedir?
Hayatımızdan çıkardığımız ifade alanı tüketilmiş bir kelime!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.