Gülşehri neden Kırşehri oldu?
Âşık Paşa da Kırşehir toprağına karışan ulularımızdan... Gerçi onun Kırşehir’de, yani adı sonradan Gülşehir’e çevrilen ve idareten Nevşehir’e bağlanan Arapsun’da doğduğu kaydediliyor, fakat şehir merkezinde ne kadar yaşadığı bellirsiz. İlk olarak dedesi Horasanlı Baba İlyas, meşhur Babaî isyanı ile Anadolu’nun tarihine yazdırıyor adını. Rivayete göre, oğlu Muhliseddin Musa Konya tahtına oturmuş, altı ay sonra saltanatı Karamanoğullarına terk etmiştir. Onun büyük oğlu Ali’dir, sonra Âşık mahlası ile yazdığı şiirlerle tanınacak bu büyük oğul o yüzden “paşa” olarak anılır. Çünkü diğer iki erkek kardeşinin büyüğüdür! Yani “baş ağa”dır. Onun da bazı olaylara karıştığı ve nihayet elçi olarak Mısır’a gönderildiği, orada hapsedildiği ve hapisten kurtulduktan sonra Amasya’ya giderken Kırşehir’de vefat ettiği biliniyor. Böylece yeryüzündeki ilk menzili son durağı ile birleşiyor.
Bu dünyadaki son durağında onun namına inşaa edilen türbeyi Sivas hükümdarı Eretna Bey’in veziri Alaeddin Ali Şah yaptırmış (1333). “Neden o yaptırmıştır” sorusunun cevabı, “Âşık Paşa’nın yeğeni olduğu için” olabilir mi? Âşık Paşa’nın değeriyle mütenasip bir türbede yatıyor olmasını sadece akrabalık ilişkilerine bağlamak doğru olmaz elbette. Bu müstesna yapı, temelden kubbeye kesme mermerden örülmüştür ve bilhassa istridye kabuğu şekilli tac kapısı ile dikkat çeker. Osmanlı türbe mimarisinin öncü yapılarından sayılabilir.
Anadolu’da türkçe şiir denilince ilk akla gelen isimlerdendir Âşık Paşa. Ayrıca torununun oğlu Ahmed Âşıkî de “Aşıkpaşazade tarihi” olarak bilinen Osmanlı tarihi ile meşhurdur.
Âşık Paşa’nın Garibname’si yaklaşık 10 bin 500 beyitlik bir mesnevi. Mevlâna’nın Mesnevi’si gibi ahlâkî, tasavvufî bir eser, ama türkçe! Âşık Paşa’nın Garibname’deki türkçe vurgusu dikkat çekicidir:Türk diline kimseler bakmaz idi! Anadolu sahasında türkçe yazılmış ilk hacımlı eser Garipname olmalıdır.
Farsçanın edebiyat dili olarak revaçta olduğu bir zamanda, Âşık Paşa türkçe yazmayı tercih etmiştir. Bu itibarla onun Anadolu’da Ahmed Yesevî çığırını devam ettiğini söyleyebiliriz. Bunu biraz da Anadolu Selçuklu Devleti sonrası bir durum olarak görmelidir. Çünkü Konya’daki farsça bilen Selçuklu bürokrasisine karşılık, diğer beyliklerin böyle bir kadrosu olmamış ve türkçenin yolu böylece açılmıştır. Âşık Paşa bu büyük yol açıcılardan biridir. Yunus Emre ile çağdaş bir şair; belki onun kadar şiir kudreti yok ama, Mevlid’i müjdeleyen mısraları var:
Evvel bize vâcib olan Allah adın anmakdürür
Anun adın zikridelüm ol kim kamu müştakdürür
Onun daha sağlığında velî addedildiği, kaynaklarda zikrediliyor. Acaba bir darı yığının üstünde türkçe hutbe okuma hikâyesi, türkçeceliği ile ilgili bir efsane olmasın? Diyarbakır (Amid) merkezli bir devletin hükümdarı iken Fatih’in Otlukbeli zaferiyle Anadolu’dan sürdüğü Akkoyunlu Uzun Hasan (Hasan Padişah) Âşık Paşa’nın Garipname’sini yanından eksik etmezmiş. Evliya Çelebi âsi Bitlis Hanı Abdal Han’ın kütüphanesinde bulunan eserler arasında Âşık Paşa’nın kitabını da kaydeder.
Oğlu Elvan Çelebi, onun doğduğu ve 14 yaşına kadar çocukluğunu geçirdiği Arapsun’dan şehir merkezine gelişiyle buranın Gülşehir olduğunu “Kırı gülşehir kıldı şeyh” mısraı ile dile getirir. Aşıkpaşazade Tarihi’nin müellifi Derviş Ahmed Âşıkî’nin de dedesi namına Fatih’te bir camii ve zaviye yaptırdığını ve semtin adını bu camiden aldığını da hatırlatalım. Kırşehir’de fetihten yüz küsur yıl önce sırlanan Âşık Paşa’nın İstanbul’da Camiinin olması, hatta bir semte adının verilmesi, Büyük Fetih’te türkçenin hakkının teslimi olarak değerlendirilebilir.
İki evdir dünya ile âhiret
Âhiretdür menzilimiz akıbet
Âşık Paşa türbesi, âşık gençlerin uğrak yeri imiş. Onun kavgalı karı kocaları barıştırdığı düşünülürmüş. Öylesine halkın hayatına karışan biriymiş ki, geceleri kalkarak abdest alıp civardaki ervaha namaz kıldırdığı, kabrinde Kur’an okuduğu, türbesinin tamamlanamayan kubbesini kendi eliyle tamamladığı, zor savaşlara kargısını alıp katıldığı anlatılır dururmuş...
Bugün külliyesinin çevresi tören alanı haline getirilen Ahi Evran’ın da son durağı Âşık Paşa gibi, Kırşehir! Gerçi Ahi Evran’ın Trabzon’da türbesi var, hem de ufukları gözleyen bir yerde, Boztepe’de... Bu türbenin bir makam veya başka bir Ahi Evran’a ait olduğunu tahmin edebiliriz. Evliya Çelebi Seyahatname’de iki yerde Ahi Evran’ın kabrinin Denizli’de olduğunu söyler, “Kırşehri’nde bir Ahi Baba vardır amma bu Ahi Evran Baba değildir” der. Onun Orhan Bey, Mevlâna, Şems-i Tebrizî, Selahaddin Konevî ve Hacıbektaş ile birlikte oturduğunu, yani dost yahut arkadaş olduğunu belirtir. Evliya’nın itirazına rağmen, Ahi Evran’ın son durağının Kırşehir olduğunda tereddüt yoktur.
Ahi Evran Kırşehir’de, ama resmî yayın olan 1907 Salnamesinde ismi dahi geçmiyor! Bunu neye yormalıyız? Onu unutturan tevazuu mudur? Çünkü öyle gösterişli bir kabri olmadığı gibi, zaviyeli camii de çok dikkat çekici bir yapı değildir. Yoksa ahiliğin önemini kaybetmesi, lonca teşkilatına dönüşmesi ve nihayet yirminci yüzyılın başında (1913) loncaların kapatılması mı bunda rol oynamıştır?
Kırşehir deyip geçmemek lâzım! Aynı dönemden bir önemli isim daha var: Gülşehrî. Meşhur Attar’ın Mantıkuttayr’ını türkçe söyleyen mutasavvıf şairimizin şehrinin adıyla anılmasına rağmen Kırşehir’de mezarı veya türbesi bilinmemektedir! Onun ayrıca Ahi Evran’ın menakıbnamesini de yazdığı hatırlanırsa şehrin kaybedilmiş hâfızası hususunda bir sonuca varılabilir.
Gülşehri neden Kırşehri oldu? Bir dönem tarihimizde mühim rol oynayan bir kültür ve medeniyet merkezi iken bu vasfını kaybetmesinin bu isim değişikliğindeki rolü üzerinde düşünmek lâzım!
Arzum sende kaldı koca
Kervansarayların duman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.