Osmanlısız Ortadoğu: Emperyalistler, Siyonistler ve Arap kralları
Ortadoğu’nun denkleminde 20. yüzyılın başından beri Arap kralları (veya sonradan onları deviren diktatörler ve halefleri), onların müttefikleri emperyalist hıristiyan güçler (İngilizler-Fransızlar, sonradan ABD) ve nihayet onların rızasıyla Siyonistler var.
Ve tarih ve zaman en büyük yorumcu… Bin yorum yerine biraz tarih!
Her körfeze bir savaş! Her coğrafyaya bir kontrol unsuru!
Müzmin Filistin yarası son defa azdığında Körfez savaşı on yıllarını doldurmuştu. 1990’ların başında dünya, Irak diktatörü Saddam’ın küçük komşusu Kuveyt’e saldırısını defetme ‘insanî harekâtı’ ile meşgûldü. Saddam, bütün dünyanın desteği ile püskürtüldü (!). Saddam püskürtülmekle kalınmadı, Irak halkı dış baskılardan, hava saldırılarından başını alamadı; uygulanan ağır ambargodan mâsum çocuklar rahat yüzü görmedi Büyük Şeytan, Irak’ı, İran (şii) nüfuzuna bıraktı. Kuzey bölgesinde Türklerle Araplar arasına girecek bir sözde devlet için Kürt unsurlara harekete geçirdi.
Acaba Araplar, geçen yüzyılın başında Ortadoğu’da işledikleri günâhların bedelini mi ödüyorlar?
Her şey 1900’de başlamadı ama 1900’de dikkate değer bir hadise cereyan etti. Hem de Kuveyt’te… Aktörler bir eksiğiyle aynı: Yine Kuveyt’in hâkimi Sabah ailesi, yine Suud ailesi ve emperyalist hâmileri (İngiltere).
19. yüzyılın sonunda Şammarlılar, Vehhabîleri (Suudileri) mağlûb etti. Merkezleri Riyad kasabasını dahi ele geçirdiler. Bunun üzerine Vehhaîbi Emiri Abdurrahman ibni’s-Suud, oğlu Abdülaziz ibni’s-Suud ile beraber Kuveyt emiri Mübarekü’s-Sabah’a iltica etti. Mübarek ise Osmanlı hilafetine (2. Abdülhamid’e) karşı bir süredir İngiliz nüfuzuna dayanarak payidar oluyordu.
1900 yılında, Şeyh Mübarek’le Abdurrahman İbni’s-Suud İngilizlerin arzusu istikametinde Necid Emiri (ve hilafet taraftarı) İbnürreşid’e hücum etmiş fakat mağlubiyetten kurtulamamışlardı. Ertesi yıl İbnürreşid, bölgede İngiliz nüfuzunun yayılmasının İslam dünyasında uyandırabileceği menfi tesirleri ortadan kaldırmak isteyen Abdülhamid Han’ın teşvikiyle Kuveyt’e hücum etmişse de İngilizler, buraya topçu birlikleri çıkararak onun harekâtını durdurmuşlardı.
Asrın başlarında İngilizlerden destek alan Suudîler, Şammarlıları mağlûb etmişler; böylece Britanya İmparatorluğu, Kuveyt-Hayl-Riyad hattında hilafetin nüfuzunu kırmaya muvaffak olmuştu.
Şüphesiz Ortadoğu’nun bundan sonraki hikâyesininin anlatılması çok vakit alıcıdır. Burada önemli olan Abdülhamid Han’ın elinde tekrar bir dünya devleti olan Osmanlı İslâm devletinin bu coğrafyadan uzaklaştırılması ve sonra da ortadan kaldırılmasıdır. Bu sırada bütün entrikalar, hep hâkim Osmanlı Hilafetinin bölgedeki gücünün kırılması, yerine Arapların kendi “millî” otoritelerinin geçirilmesi örtüsü altında çevrilmiştir. Fakat ne hikmetse, nereden Osmanlı otoritesi çekildiyse orada emperyalizmin otoritesi kurulmuştur. Bölgede ortaya çıkan bütün Arap otoriteleri, bu hâkim otoriteye nisbetle var olabilmiş ve tanımlanabilmişlerdir.
Bölgede Yahudi devletinin kurulması, ekonomik kaynakların (başta petrol olmak üzere) uluslararası emperyalizmin denetiminde işletilmesi hep bu dönemde işlerlik kazanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin bölgenin iktisadî sömürüden uzak tutulmasını sağladığı ve Yahudi devletinin kurulmasına engel teşkil ettiği, çok sonra ve sınırlı olarak insaf sahibi bölge mensupları tarafından da itiraf edilebilen bir hakikattir. Bölgenin ve İslâm dünyasının denkleminden Osmanlı Devleti çıkarılmış; coğrafyaya dayalı “millî?” devletler-devletçikler kurulmuş-kurdurulmuş, netice olarak sömürücüler ağlarını yaman örmüşlerdir.
1990’larda tezgâhlanan ve bütün Müslümanları ürperten Körfez savaşı, bölgede emperyalistlerin tesis ettiği dengenin Soğuk harbin sona ermesinden sonra yeniden kurulması için îcad edilmişe benzemektedir. Batının öldürücü oyunlarla şımarttığı Saddam, bu oyunda kendisine biçilen rolü sonuna kadar oynamak hamakatini göstererek, bölge için daha kanlı bir son hazırlanmasına hizmet etmiştir.
Ortadoğu’da global emperyalizm neden yeni bir yapılanmayı gerekli görüyor?
Ortadoğu'nun statüsü belirlendiğinde (1. Dünya savaşı sonrası) denklemde Yahudi devleti yoktu. Şimdi var ve elli küsur yıllık varlığına rağmen bünye, onun gayri tabiî varlığını reddetmeye devam ediyor. Her şeye çare bulunsa bile Filistinli çocukların direnişi Yahudi devletinin varlığına ciddî şekilde tehdit oluşturuyor. Doğu-batı, komünist-kapitalist çatışmasının sona erdiği bir dönem, böyle bir düzenleme için elverişli şartlara sahiptir.
Bölge dengelerinin yeniden kurulması, yeni denklemler oluşturulması adına Filistin’de kan akıtılmaya devam edilmektedir. Bu denklemin oluşumunda, 1. Dünya Savaşı ile tek fark, samimi olarak İslâm toplumunun dâvasını güden tek bir gücün bile ortada bulunmamasıdır. Osmanlı Devleti'nin varlığının bölge için ne anlam ifade ettiğini idrâk etmek için yokluğunun ne demek olduğunu görmek gerekmiştir.
Filistin ve derinliğindeki Ortadoğu coğrafyası uluslararası kapitalist sistemin ayakta durması için sıkı kontrol edilmesi gereken bir bölge olarak kan ve ateş içinde tutulmaktadır. Coğrafyaya sonradan ithâl edilen unsur, kendi varoluşunu şiddetle kabul ettirmeye çalışırken, kapitalist sistemin tahakkümcü karakterini de yansıtmaktadır. Bölge sırf Filistin’e mevzilendirilmiş İsrail ile kontrol edilemezse başka yabancı unsurların coğrafyaya enjekte edilme ihtimâli de gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu bakımdan Türkiye’nin yeri ve durumu bilhassa önemlidir. Geçen yıllarda pek ön plana çıkmayan Ermeni iddialarının ABD ve Avrupa’da uluslararası platformlarda gördüğü ilgi, ABD ve İsrail kontrolünde Kürt devleti projesi ve nihayet zaman zaman Pontus konusunun canlandırılmak istenmesi, Türkiye’nin "Filistinleştirilmesi" için uygun vaktin beklendiği intibaını uyandırmaktadır.
Bilhassa Türkiye için kötü bir hayâlden bahsettiğimiz söylenebilir. Filistin’de Yahudi devletinin varlığı da 19. yüzyılın sonunda, hatta 20.yüzyılın başında bile kötü bir hayâlden başka neydi ki!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.