Atatürkçülük bitti, heykelcilik kaldı
Daha önce Siverek’te bir heykele güpegündüz (ve galiba kameralar kayıttayken) saldırı vuku bulmuştu. Saldıran tam da “konu mankeni” görünümlü birisiydi: Sakallar, sarıklar, şalvarlar ve elde balta!
Bir saldırı da Diyarbakır’da olmuş. Dağkapı Meydanı’nda şehirlerimizdeki çok sayıda Atatürk heykellerinden biri varmış. Bir blok heykel, Atatürk ve ona çiçek veren bir kız ve bir erkek çocuk. Bu heykele saldırmışlar ve göğüs nahiyesini tahrib etmişler. Yani bu saldırı gerçekten Atatürk’e olsa idi, öldürücü bir darbe olabilirdi. Heykele yapılan saldırı ise, sadece heykelin o bölümünün kırılması ve som malzeme olmadığı için içinin görünmesi ile kalıyor.
“Dağkapı Meydan”ı dedik ama meydanın adı “Şeyh Said” imiş!
Türkiye’de bir meydana veya caddeye Şeyh Said’in adı verilebilir mi? Bu ikibinli yıllara kadar mümkün değildi. Şimdi verilebildiği görülüyor. Şeyh Said meselesi, öyle kolayından hâlledilecek bir mesele değil. Konu siyasî; idam hükmü de siyasî. Döneminde söylenenler ve yapılanlar o dönemde kalmıştır, şimdi farklı görüşlere, fikirlere sahip olabiliriz. Fakat kazın ayağı tam olarak da öyle değil. Diyarbakır’da Atatürk heykeli olan bir meydana Şeyh Said adının verilmesi başka bir siyasetin, Türkiye’de kendi otoritesini dayatma tavrından başka bir şey değil. Bu tavır heykeli yıkmaya kadar gidememiş, ama dini kimliğinden ötürü çok da sahip çıkmadığı başka bir figürü oraya yerleştirmiştir.
Diyarbakır’ın başka bir caddesine veya meydanına Şeyh Said adını verip, Dağkapı Meydanı ismini iade ile işe başlamak lâzım. Dağkapı ismi, bin yıllık tabii bir isim, şarkılara, şiirlere karışmış. Bir de şehirlerimizde ekseriye darbe dönemlerinde yaptırılan heykelleri gözden geçirip, bazılarını kaldırmak lâzım!
Bir meydana heykel niçin konulur?
Meydana bir sanat eseri kazandırmak için. Biliyoruz ki Türkiye’de heykeller sanat eseri değil, siyasî gösteriş aracı. Tamam, resmî ideoloji şehirlerin en büyük meydanına, ekseriya devlet dairelerinin bulunduğu, hükümet meydanı denilebilecek meydana, devasa bir Atatürk heykeli dikilmesini mecburî addetmiştir.
Fakat konu burada kalmamış, 1960 darbesinden sonra bu heykellerin bir kısmı küçük bulunmuş, daha büyükleri yaptırılmış, eskisi de şehrin başka bir meydanına dikilmiştir. 12 Mart’tan sonra, 12 Eylül’den sonra ve elbette 28 Şubat döneminde birçok şehrimizin -yerli yersiz- meydanlarına, hatta caddelerine heykeller dikilmiştir. Bunların sanat kastıyla, güzellik adına yapılmadığından şüphe yoktur.
Resmî ideoloji, Türkiye’nin bugünkü yönetim tarzı ile ne ölçüde tetabuk halindedir?
Bu uyumluluğun bir hayli azaldığından şüphe yok. Elbette Atatürk, tarihî bir şahsiyet olarak silinip atılacak değildir; fakat onun üzerine bina edilen ideolojik bagajı taşımak da mümkün değildir. Atatürk’ü gerektiği gibi değerlendirmek, tarihî şahsiyet olarak yerine ikame etmek, lüzumsuz, sanat eseri değeri taşımayan heykellerini de sessiz sedasız kaldırmak gerekir.
Zamanı geldi mi?
Bize göre geçti bile!
Akıllı Atatürkçüler, 28 Şubat’ta aşırı dozda Atatürkçülük propagandasının nasıl ters teptiğini hatırlamakta güçlük çekmezler her hâlde. Atatürk’ü bir şeylere âlet etmek, onun üzerinden rant devşirmek, geride bırakılması gereken kötü alışkanlıklar arasındadır. Şimdi gerçekçi olmak, heykelperesetlikten dönmek için tam zamanı.
Atatürk’e saldırmakla Atatürk heykeline saldırmak aynı şey değildir. Bunu idrak eden Atatürkçüler bizim ne demek istediğimizi de anlamışlardır her hâlde.
Diğerlerine ne yapsak faydası yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.