Tarsus’a gitmek veya Ahmed Senusî’yi hatırlamak
Son yıllarda Tarsus denilince Şeyh Ahmed Senusî hatırıma geliyor. İlk bakışta alâka kurmak zor. Millî Mücadelemizin unutturulmuş kahramanlarından Ahmed Senusî, ömrünün bir kaç yılını Tarsus’un bir Hıristiyan köyünde geçirmek mecburiyetinde kalıyor. Tarsus onun Türkiye’deki son durağı.
Libya’da başlayan ve Medine’de sona eren hayatı kaç romanı besleyecek, kaç filmi sürükleyecek mahiyette.
Birçokları için hâlâ muamma gibi konuştuğumdan şüphe yok. Tarsus’ta akşam Kültür Merkezi’nde şehrin öğretmenlerine, idarecilerine konuşurken Şeyh Ahmed Senusî’den söz ettim. Bu ismi duyan birkaç kişi çıktı, Tarsus’la alâkasını bilen ise hiç.
Haklıydılar! Çünkü Milli Mücadelemize verdiği destek hayati önemde olan bu büyük şahsiyet, “Kurtuluş Savaşı” kronolojilerinin hiç birinde ismen dahi geçmemektedir. Ahmed Senusî laikleştirilmiş “Kurtuluş Savaşı” tarihine sığmayan adamdır! Onun bilhassa da bu günlerde, Kuzey Irak’da referendum karmaşası dolayısıyla hatırlanması gerekir.
Ahmedü’ş-Şerif Senusî’nin Millî Mücadele’ye içeride ve dışarıda güçlü desteğine rağmen unutturulmasının iki sebebi vardır. Birincisi, Millî Mücadele’nin başlangıçta batı emperyalizmine karşı İslâm âleminin direnişini temsil ettiği gerçeği. Bu gerçek, Millî Mücadele’nin bilhassa başında daha güçlü olarak ifade edilmiştir. “Ankara İslâm kıyamının karargâh-ı umumisi”dir denilmiştir. Bu muhteva Lozan müzakerelerinin kesintiye uğradığı döneme kadar sürmüştür.
Şeyh Senusî’nin Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemi ile ilgili hazin hikâyesini özetleyelim. Senusîlik, 19. yüzyılda Kuzey Afrika’da ortaya çıkan ve sömürgeci güçlerle mücadele eden bir tarikat. Ahmed Senusî, Libyayı işgal etmek isteyen İtalyanlara karşı mücadele bayrağını açmış, bu maksatla Trablusgarb’a gelen Osmanlı subayları ile işbirliği içinde çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Cihad ilan edilince, Mısır’ı işgal eden İngilizlere karşı mücadeleye girişmiştir. Senusî, Savaş’ın sonuna doğru Enver Paşa’nın isteği ile bir Alman denizaltısına bindirilerek Libya sahillerinden alınıp İstanbul’a getirilmiştir. Enver Paşa’nın niyeti Osmanlıya isyan eden nâŞerif Hüseyin’e karşı İslâm dünyasında büyük itibarı olan Ahmed Senusî’den faydalanmaktır. Fakat bu arada Sultan Reşad vefat eder. Yeni padişah Vahidetdin ise Enver Paşa’nın bu planını uygun bulmaz. Ahmed Senusî son Osmanlı padişahına Eyup Sultanda kılıç kuşandıran adamdır.
Şerif Ahmed Bursa’ya gönderilir. Orada ikamet ederken, Milli Mücadele’nin merkezi Ankara’ya davet edilir. Yunan orduları Bursa’ya yaklaşmaktadır. Senusî 1920 yılının kasım ayında Ankara’ya gelir, İstasyonda heyecanla karşılanır ve Büyük Millet Meclisi’ne götürülür. Meclis’te Ahmed Senusi’yi öven heyecanlı konuşmalar yapılır. Bu konuşmalardan birini yapan sonranın başbakan ve cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’dır. Oturum sonunda Şeyh Senusî kürsüye çıkarak İslâm birliği için dua eder.
Ahmed Senusî, hem Türkiye dışından bir şahsiyet olarak, hem de dinî-tasavvufi hüviyetinden ötürü o günlerde baş üstünde taşınırken, Mustafa Kemal Paşa ona “Afrika kıt’asında milyonlarca manevî evladı olan yüksek itibarlı Ahmed Şerif Senusî hazretleri” şeklinde hitab eder. Ahmed Senusî’nin Millî Mücadele’ye desteği İslâm dünyasının büyük katkıları gibi, din adamlarının olağanüstü rolü gibi, dinin görmezden gelinemez tesiri gibi dikkatlerden uzak tutulmuş, yok sayılmıştır, hatta unutturulmuştur.
Senusîler, Cezayir’de, Libya’da İtalyanlar ve İngilizlerle neredeyse bir asır süren anti-emperyalist bir mücadele yürütmüşlerdir. Bu yüzden, her üç sömürgeci devlet de senusîlik ve Ahmed’üs-Senüsî’ye düşmanlıklarını açıkca ortaya koymuşlardır. Fransızlar, Afrika’da ele geçirdikleri yerlerde senusîleri katletmekle kalmamış, onların tekkelerini de yakıp yıkmışlardır.
Böyle bir arkaplana sahip olan Ahmed Senusî güneydoğu illerimize gönderilir, oradan bugün “Kuzey Irak” dediğimiz Musul-Kerkük bölgesine gider. Buralarda aşiret reisleriyle, toplum önderleriyle görüşür. Onların Millî Mücadele’yi desteklemesini sağlar. Uzun süre Urfa’da kalır. Ermeni Yetimhanesi’nde görev yapan Amerikalı misyoner kadın Mary Carolina Holmes, Şeyh Senusî’nin İslâm âleminde kutsal bir kişilik olarak tanındığını, Peygamber Muhammed’den sonra en saygıdeğer kişi olarak kabul edildiğini belirtir. Ona göre, “gittiği her kentte insanlar sokakta diz çöküp eteğini öpmekte”dir.
Lozan sürecinde Ahmed Senusî, Tarsus’un şimdi ismini bilmediğimiz bir Hıristiyan köyün ikamete mecbur edilir. Çünkü Lozan’da İtalyanlar da masadadır ve onun varlığından rahatsızdır.
Burada Ömer Muhtar’ı hatırlayalım. Devrik Libya lideri Kaddafi İtalyanlara karşı Libya halkının mücadelesini filmleştirmek için ciddi kaynak harcamıştır. Bu maksatla yaptırılan Ömer Muhtar filmini hepimiz heyecanla ve defalarca seyrettik, o kahramanı gönlümüzde yaşattık. Halbuki bu mücadelenin asıl önderi Ahmed Senusî’dir, onun yokluğunda vekili Ömer Muhtar savaşı sürdürmüştür.
M. Kemal Paşa, Lozan müzakerelerinin ilk devresi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, 17 Mart 1923 akşamı Adana’dan Tarsus’a geçerek Şeyh Senusî ile görüşür. Burada, Şeyh Senusî’nin Lâtife Hanım ve Mustafa Kemal Paşa ile çekilmiş resimleri vardır. Bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa da ulema ve hocalar arasında, senusîlerin mahallî-dinî kıyafeti ile resimler çektirmişti. Şeyh Senusî’nin o zaman gündemde olan Musul meselesi ile ilgili olarak bölgede devreye sokulmak istendiği tahmin edilebilir.
Ahmed Senusi’nin Türkiye’deki günlerinin sonuna yaklaşılmaktadır. Şeyh Said İsyanı dolayısıyla Takir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış ve dinî muhtevalı yayınlar tamamen ortadan kaldırılmıştır (1925). Libya’da sömürgecilerle mücadele ederken, bir taraftan italyanların, diğer taraftan fransızların Senusî tekke ve zaviyelerini yakıp yıktıklarını gören Şeyh, Türkiye’de de tekke ve zaviyelerin kapatıldığını, şeyh ve derviş unvanlarının da yasaklandığını görmüştür (1925). Nihayet, 1926 yılı, Musul meselesinin İngilizler lehine halledileceği yıldır. Şeyh Senusî, Osmanlı hanedanı ile irtibatı olduğu gerekçesi ile Türkiye dışına çıkarılır.
Şeyh Senusî, önce Şam’a gider, Fransız manda idaresi tarafından şehri 24 saat içinde terk etmeye mecbur edilir. Oradan Filistin’e geçer, bu sefer ingilizler rahatsız olmuştur. Bu yüzden Senusî’nin son durağı Medine olur. Bu arada, Hicaz bölgesi, ingilizlerin Arap imparatoru yapmak vaadi ile kandırdıkları Hüseyin’in elinden çıkmış, Suudilerin eline geçmiştir (1926). Büyük mücahidin Hicaz’daki ikameti sırasında Suudî Arabistan meliki Adüllaziz ibn Suud’un ricalarına uyarak Arap yarımadasında aşiretler ve imamlıklar arasında kötü gazve geleneklerini ortadan kaldırmaya çalıştığı bilgisi de vardır.
“Büyük sürgün”ün son günleri ve zor muhasebesi
Büyük Senusî ile ilgili bilgilerimiz, Muhammed Esed’in izlenimleri olmasaydı, eksik kalabilirdi. Esed, ihtida etmiş, İslâmı seçmiş bir Avusturya yahudisidir. 6 yıla yakın Arabistan’da kalıyor, Suudî kralının dostluğunu kazanıyor, oradan Hindistan’a geçiyor. Muhammed İkbâl’le tanışıyor. 1947’de Pakistan kurulunca, İslâmî Tecdid Heyeti’ni teşkilatlandırmak ve yönetmekle görevlendiriliyor. İki yıl sonra, Milletler nezdinde Pakistan delegesi oluyor. Türkçeye Mekkeye Giden Yol adıyla çevrilen hatıra kitabının 11. Bölümü “Cihad” başlığını taşır.
Cihad, Şeyh Senusî, senusîler, Libya cihadı, Ömer Muhtar’a ayrılmış, kitabın sondan bir önceki bölümüdür. Yazar edebî bir uslûpla, bu konuyu ve bu konuyla ilgili kendi rolünü anlatıyor.
“Bugün Arabistan’da Seyyid Ahmed kadar sevdiğim bir ikinci kişi yoktur. Çünkü kendini onun gibi yürekten, onun kadar fedakârca dâvasına adayan bir başkasını tanımıyorum....Bir âlim ve savaşçı olarak bütün hayatını İslâm cemaatinin mânevî dirilişine ve onun siyasî bağımsızlık kavgasına adamıştır o; bu iki aksiyonun birbirinden ayrılamayacağını bilerek yapmıştır bunu.”
Mekke’de Ebu Kubeys dağının zirvesine yakın bir yerde, senusîliğin temelinin atıldığı zaviye ve meskenlerin bulunduğu yerde tanışmıştır Büyük Senusi ile. “Karadenizle Yemen dağları arasında dâva uğruna yaşanan yedi yıllık bir serüvenden sonra Sireneyka’daki evine giden bütün yollar önünde kapanmış olan büyük sürgün Seyyid Ahmed...Kuzey Afrika’nın sömürgeci yöneticilerine hiç bir isim onunki kadar uzun uykusuz geceler geçirtmemiştir.” “Oysa Seyyid Ahmed ve onun tarikatı, siyasî aksiyon yanında uzun yıllar mânevî uyanışın da simgesi olmuştu.”
Esed’e göre, “Kuzey Afrika kahramanı” hedefine ulaşsaydı, modern İslâm toplumu için bir rönesans yaratabilecek çapta bir fikre ve misyona varisti. Artık iyice yaşlanmıştır ve hasta olmasına ve hareketten fiilen kopmuş bulunmasına rağmen şevkinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
“İtalya’nın Libya’ya saldırısı karşısında, ingilizlerle senusîlerin ilişkileri iyidir. Birinci Dünya Savaşı patlayınca, yeni bir durum ortaya çıkar. Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında ingilizlere karşı savaşa girer. İttihatçılar, almanların telkiniyle Sultan Reşad’a cihad ilan ettirirler. Senusî, artık bir sembol durumunda olan Halife’ye karşı hissî ve şövalyece bir bağlılık göstermektedir. Bu bağlılık aklın ve sağduyunun sesine galebe çalar ve onu trajik bir karar almaya sürükler, türklerden yana olduğunu ilan ederek batı çölünde ingilizlere saldırır.” Politik açıdan yanlış olan, Senusî hareketinin geleceğini tehlikeye düşüren bu kararı Şeyh, İslâm birliği idealine hizmet etmek için almıştır.
Seyyid Ahmed, artık üç cephede savaşmak zorundadır: Kuzeyde italyanlarla, güneybatıda fransızlarla ve doğuda da ingilizlerle. Başlangıçta hayli başarılı da olur, fakat sonunda ingilizler Senusî kuvvetlerini geriletir.
1917’de Seyyid Ahmed, bir denizaltıyla İstanbula götürülür. Ayrılmadan önce Sireneyka’da liderliği yeğeni Seyyid Muhammed el-İdris’e bırakır. İdris de, 1923’de liderliği Ömer Muhtar’a bırakıp Mısır’a gider.
Muhammed Esed, 1930 sonunda Büyük Senusî ile Medine’de Libya cihadını ve Ömer Muhtar’ın çıkış yolunu tartışır. Eskiden olduğu gibi, mücadele merkezi olarak Libya çölünün ucundaki Kufra seçilmelidir. Burası Mısır yollarından birinin üzerinde bulunduğundan, ikmâl imkânı vardır; Mısır’daki Libyalı mülteciler için de uygun bir merkez olabilir. Büyük Senusî de gelecekte mücadeleye fiilen katılmak için buraya gelmeyi düşünmektedir. Bu arada, Mussolini’nin Afrika’daki yayılmacığına karşı İngilizlerin desteğinin sağlanabileceği de hesaplanmaktadır. M. Esed’in senusilerle ilgilenmesinin sebebi onların mücadelesinin başarıya ulaşması hâlinde, bütün Arap dünyasına model olabileceğine inanmasıdır.
Seyyid Ahmed, Muhammed Esed’den, Sireneyka’ya giderek, konuyla ilgilenmesini ve bilgi getirmesini ister. Esed, 1931 ocak ayında hayli meşakkatli bir yolculuktan sonra, Ömer Muhtar’la buluşur. Yeni planı ona anlatır. Fakat, Kufra iki hafta önce italyanların eline geçmiştir... Ömer Muhtar, mücadeleye bir süre ara verip mücahidleriyle toparlanmak için Mısır’a geçmeyi de kabul etmez. Ona göre, ingilizlerin Libya cihadının başarıya ulaşmasından memnun olmaları mümkün değildir, çünkü diğer müslüman ülkelere emsâl olabilir...Ömer Muhtar yolun sonuna geldiklerini, böyle bir anda halkını hiç bir sebeple terk etmeyeceğini, kaderine razı olacağını ve sonuna kadar savaşacağını söyler...Sekiz aya varmadan Ömer Muhtar, son kurşununa kadar atarak italyanlara esir düşer, hunharca idam edilir...
Esed, bir yıl sonra Ahmed Senusî ile yine beraber olur (1932). Burada Senusî hayatının muhasebesini yapar. 17 yıl önce İstanbul’un çağrısına kulak vermekle hata etmiştir... M. Esed, onun ingilizlere karşı savaş açarken de hata ettiğini düşünmektedir. “Fakat islâm halifesi kalkıp benden yardım isterken başka ne yapabilirdim ki? Haklı mıydım, yoksa aptalca mı hareket etmiştim? Ama insan vicdanının sesini dinlediği sürece Allah’tan başka kim bilebilir onun akıllıca mı yoksa aptalca mı hareket ettiğini?”
Şeyh Ahmedü’ş-Şerif Senusî bu görüşmeden bir yıl sonra Medine’de vefat eder: 10 mart 1933, 60 yaşındadır...
İtalyan işgal kuvvetleri komutanı onun ölümünden haberdar olunca şu açıklamayı yapar: “Seyyid Ahmed eş-Şerif Hicaz’da ölmüş bulunmaktadır...Onun ölümüyle Afrika’daki tüm korku ve endişelerimiz ortadan kalkmıştır.”
*
İki mesele: Birincisi Kaddafi neden Libya halkının İtalyanlara karşı mücadelesini Ömer Muhtar üzerinden anlattırmak yolunu seçti? Bunun sebebi Libya’nın bağımsızlıgından sonra kral olan Ahmed Senusi’nin yeğeni İdris el-Senusî’ye karşı ihtilal yapmasıdır. Onun bir Senusî şeyhi üzerinden antiemperyalist mücadele anlatması imkânsızdır.
İkinci mesele: Ahmed Senusî Tarsus’da nerede kaldı, ne kadar kaldı ve maiyetinde kimler vardı? Bununla ilgili halkın hafızasında bilgi kırıntıları bulunabilir mi? Bu mevzuyu meraklı, araştırıcı Tarsuslulardan beklemek hakkımız.
(Şerif Ahmed’in Milli Mücadeledeki hizmetleri için ayrıntılı bilgi Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu kitabımızda mevcuttur).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.