Huzursuz bir ruhun zamanaşımında yorulmuş vicdanı konuşacak bir gün
Canın...
Kanın...
Darbenin...
Darbecinin...
Çetenin...
Çetecinin...
Suikastın...
Cinayetin...
Katliamın...
Devlet elinin "arkasındaki gerçek" için mahkeme kurulmuş yurdumda, bir yandan da "dünün hakikati, bugünün zamanaşımı"nın boşluğuna atılıyor.
Birileri onları bombalayıp kurşunlayıp parçalayıp öldürmeseydi...
Sonra ne olurlardı, mutlu mu olurlardı, hayatta mı kalırlardı, çoluk çocuğa mı karışırlardı, kitap mı yazarlardı, emekliliğe mi uzanırlardı, bilinmez ama...
50'lilerinde olurlardı.
Oysa, "Beyazıt Meydanı" nda düşüverdiler.
30 yıl önce, 16 Mart'ta onları "bombalayarak katletmek üzere", bugünün tabiriyle "organize işler" olmuştu.
Ülkücü parmağına polis tırnağı, polis tırnağına asker dirseği, hepsine devletten parmak izli patlayıcı karışmıştı.
Beyazıt Meydanı'nda, İstanbul Üniversitesi önünde patlatılan bomba, sıkılan kurşun, korunan saldırgan, gizlenen gerçek, örtülen organizasyon 30 yıl kanlı elleriyle yaşadı.
(Katillerden de sonra kazayla, cezayla, ecelle ölen oldu elbet!)
Hatice (1957), Baki (1956), Ahmet Turan (1955), Abdullah (1956), Hamit (1954), Cemil (1956), Murat (1954) öldürüldüler ya, benim de akranlarımdı; o gün o meydana koşmuştuk ya; hak, hukuk, hakikat arayan elleri o gün iki yakamızda kaldı.
90'ların başında boşluğa atılan davayı yeniden açtıran, bir ailenin muhtemelen onca yıl sızlayan vicdanı ile "olaya karışan zanlı evlatları"nın da sonradan öldürülmesi oldu.
Epeyce müdahil vicdan çıktıysa da, "itiraf" eden, "ihbar" eden, "açıklayan" başka vicdan çıkmadı.
Hukuk da vicdanını bulamadı. Hakikati kurcalamadı.
Belki de, Susurluk'a, Ergenekon'a mergenekona gelmeden, esas "Gladio" ("Kontrgerilla") yapısı bu davayla ortaya çıkabilecekti.
Belgeler, ihbarlar, üst kapamalar hepsi orada duruyordu.
Üstler, üstlerindeki örtüleri asla kaldırmadılar.
"Bombalı katliam" adeta geleceğini ilan etmiş, işbirlikçilerini, yatakçılarını, koltukçularını, değnekçilerini harekete geçirmişti.
Bu 20 yaş gençleri, 30 yıl sonra hâlâ orada yatıyor.
Davalar "zamanaşımı" boşluğuna atılıp bir memleketin en rezil hakikatleri, polis, asker, sivil tüm işbirlikçilerini korumak üzere gizlenmek istense de, meydandaki ruhlar huzursuz; yaşayan katliamcılar da asla huzur bulamayacaklar.
Bir gün içlerinden biri, daha fazla şey anlatacak mutlaka.
Ya son nefesinde, ya biraz önce.
Türkiye, "darbe girişimi, darbe kışkırtması, katliam ve cinayetler" le iddianamesi hazırlanmış bir davada "hakikatler ile hukuk" arıyor gibi yapıyor bir yandan...
Bir yandan da, katili belli, tetikçisi, işbirlikçisi belli, "ABD kuklası" darbecisi, darbesi belli davaları, sanki gökten bir bomba düşmüş gibi, sanki 7 genç bir masalın uyuyan prens ve prensesleriymiş gibi, sanki gençlerin cesetleri üstünde darbe tezgâhlayanlar ebediyen masum kalabilirmiş gibi, uzayın boşluğuna fırlatıp atıyor.
O gençlerin iki elleri aslında katillerinin de yakasında ya...
Birisi bir gün dayanamayacak, huzursuz kan kırmızı ruhu bir türlü yatışamayacak, vicdanı zamanaşımına kaçamayacak, anlatacak!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.