Millet dersine çalışmalıyız
Şehit Enver Paşa’yla ilgili geniş kapsamlı okumalar yaparken, birçok kaynakta aynı bilgiyle karşılaştım: Enver Paşa, Birinci Cihan Harbi’nin mutlaka ikinci bir raundu olacağına inanıyor. Birincisi için artık yapacak fazla bir şey yoktu. Türkiye, bütün gücüyle ikincisine hazırlanmalıydı.
İkinci Cihan Harbi’nin dışında kaldık. Batı dünyası için ikinci raund gerçekleşti. Paylaşım tamamlandı. Bu durumu korumaya yönelik teşkilatlar da kuruldu. Birleşmiş Milletler gibi.
Bizim ikinci raundumuz birkaç yıl önce başladı ve bütün hızıyla devam ediyor. Yazdığımız hep budur. İşte bunun için ısrarla şu iki şeyi söylüyoruz: Millet dersine çalışmalıyız. Daha kuvvetli olmalıyız.
Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin önemli tespitini günümüze getirelim: “Kuvvetten mahrum olan bir milletin hayat hakkı yoktur. Kuvvet ise birlikten çıkar ve ancak birlikle kalıcı hale gelir.”
‘Kuvvetli olmak’ bahsi ekonomi sahasını ve yerli silah üretimini kapsamıyor sadece. Gönlü kuvvetli insanlar da yetiştirmeliyiz. Bir aile dramının, trafik faciasının, hatta şehit haberinin altına bile ‘bedelli’ etiketi yapıştıran bireylerimiz var. Türkiye beka sorunu yaşarken böyle bir kampanya düzenleyenlerin çokluğu ve rahatlığı bize ne söylüyor? Risk aldığımın farkındayım.
UNUTMA, UNUTTURMA
Cumhuriyet, unutmak ve unutturmak üzerine kurulmuştur. Peki, sadece bizim unutmamız yetiyor mu? Yetmediğini görüyoruz. Bugünlerde Batı dünyasıyla yaşadığımız kriz bunun en açık ispatıdır.
Dönemin aklı, milletimize destek olanlarla değil, memleketimizi parçalamak isteyenlerle beraber yürümeyi tercih etmiştir. Yanlış yol, insana ayak bağı olur. Yorucu hale gelir.
Yazıya başlamadan evvel pul koleksiyonumdaki damgalara baktım. Bab, Halep, Hama, Hit, Humus, İdlib, Kerkük, Musul, Şam damgalı Osmanlı pulları. Buraları acı bir şekilde unutmuş olabiliriz. Fakat kaderimizden kaçabiliyor muyuz? Kaderden kaçmaya çalışmak da kadere dâhildir.
Birinci Cihan Harbi’nin yüzüncü yılına geldik. Tam bir asır sonra ülkemizin kuşatma altına alınması tesadüf olabilir mi? ‘Olamaz’ diyenlerle devam edelim.
Kuzey Irak’ta kurulmak istenen yeni devlete karşı durduğumuzda, İran ve Irak rejimiyle aynı safta buluşmuş olmuyoruz. Evvela yayınlanan haritalara itiraz etmiş oluyoruz. Biz bu toprakları oy kullanarak almadık. Muş, Van gibi illerimizi düşman işgalinden oy vererek kurtarmadık.
Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan terör koridoruna itiraz ettiğimizde, herhangi bir etnik gruba düşmanlık yapmış olmuyoruz. Böyle uzun ve sorunlu bir sınır hattı, her ülke için yıkıcı sonuçlar doğurur.
Ahmet Kekeç’ten gayet basit bir soru: Sınırları kaldırmaya ve ülkeleri birleştirmeye azmetmiş Batı, neden uzak coğrafyalarda yeni sınırlar ihdas etmeye, ülkeleri bölmeye çalışıyor? (Star, 4 Ekim 2017.)
DUYMASINI BİLENLER İÇİN
Tarih, duymasını bilenler için iyi bir uyarıcıdır.
Mesela Napolyon’un hayatını anlatan film ve belgeselleri hayranlıkla izliyoruz. Rus ve İngilizlerle mücadelesini vs. Ne güzel.
Napolyon’un Suriye seferi sırasında, dört binden fazla Osmanlı savaş esirini katlettiğini biliyor muyuz? Kaynaklara göre, Napolyon, barut ve mermisini harcamak istemez. Savaş esirlerinin deniz kıyısına götürülüp süngüyle öldürülmesi emrini verir. Şehrin (Yafa) teslim edilmesi halinde esirlere bir şey yapılmayacağı sözüne rağmen böyle bir vahşete imza atılır.
Aynı kişinin kısa bir süre önce “ben Osmanlı padişahının sadık dostuyum” dediğini de biliyoruz.
Amerika’nın bize karşı tutumu da farklı değildir, budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.