Sessizce çekip gitti
Taksim Tarlabaşı’nda yoksul ve mağdur insanların sorunları ile hemhal olan değerli bir abimiz var. Biz ona Urfalı Mehmet abimiz diyoruz. Eşi ve çocukları ile barındığı o mütevazı evini ihtiyaç sahibi kişilerin hizmetine açan Mehmet abimiz, bu insanlar için bir dost, bir kardeş, şefkatli bir baba… Yaşamının bir döneminde cezaevinde yatıp çıkınca iş bulamayanlar, uyuşturucu tedavisi görüp toplum tarafından dışlananlar, eşinden boşanan ve ihtiyaçlı hale gelenler, yaşlılık döneminde çocukları tarafından terk edilenler… Mehmet abinin kapısını rahatça çalıyor ve meramlarını dile getirebiliyorlar. Fırsat buldukça burada yapılan çalışmalara katılıyor ve niyetleri sadece iyilik üzere yaşamak olan arkadaşlarımızla bir araya gelmekten büyük mutluluk duyuyorum. Fakat işin bir de başka boyutu var. İhtiyaç sahibi kişilerle iletişim kurduğunuzda yaşadığınız duygu, öfke, çaresizlik ve suçluluk oluyor. Düşünün siz her şeyden habersiz sıradan bir hayat yaşarken az ötenizden bir somun ekmeğe bir nebze ilgiye ve bir insan sesine hasret kalan insanların sesleri yükseliyor. Ve bu insanlar seslerini bir türlü duyuramıyorlar. Çaresiz kalan bir insanın sesini duyuramaması ne acı!
Geçtiğimiz hafta Mehmet abimiz hasta ve bakıma ihtiyacı olan Hanife ablamızın durumunu bizlerle paylaştı. O gün Mehmet abimizin çağrısı üzerine mağdurlarla yakinen ilgilenen arkadaşım Ayşegül hanımla Hanife hanımı ziyaret etme imkânı buldum. Hanife ablamız Tarlabaşı’nda ara bir sokakta tek odalı bir evde kalıyordu, aç, susuz ve ağır hastaydı. Kapısı penceresi olmayan bu tek odalı evin içinde hasta bir hanım ve birkaç sinekten başka hiçbir şey yoktu. Çaresizlik ne zor şey! Hanife ablamız onkolojide iki kere ameliyat olmuş ikinci ameliyattan sonra yürüme yeteneğini tamamen kaybetmişti. Hastalığın etkisi ile epey kilo vermişti, konuşacak mecali yoktu ve acil hastaneye yatırılması gerekiyordu. Bizler Mehmet Abimizin öncülüğünde kadını hastaneye yatırabilmek için çalmadık kapı aramadık yer bırakmadık fakat büyüklerimizin tabiriyle “el elin eşeğini türkü çığırarak ararmış” kadının çığlıklarına kimsenin aldırdığı yoktu. Mehmet abimiz Tarlabaşı’nda yalnızlığa ve çaresizliğe terk edilmiş kadının tek umuduydu ve onu hastaneye yatırabilmek için çok çaba sarf etti. Nihayet abimizin çabaları sonuç verdi ve bir hafta sonra Halime ablamız bir hastanenin acil servisine yatırdı.
Anlatılanlara göre Hanife ablamız on yıl önce taşı toprağı altındır deyip memleketi Adana’dan İstanbul ’a taşınmış ve çile üstüne çile yaşamış bir hanımdı. Kocasını birkaç yıl önce kaybeden ablamız üç çocukla İstanbul’da yapayalnız kalmıştı. Bin bir zorlukla geçen yaşam mücadelesine bir de hastalık eklenince ayakta kalacak dermanı kalmamış daha açık bir ifade ile tükenmişti. Hanife ablamızın Adana’da küçük bir köyde başlayan dramatik hikâyesi taşı toprağı altın deyip geldiği İstanbul’da acı, yalnızlık, yoksulluk ve çaresizliğe dönüşmüştü ve artık sesini kimseye duyuramıyordu. Günlerce aç ve susuz bir şekilde yattığı tek odalı mahzenden alınıp hastaneye götürüldüğünde geri dönmeyeceğini hissetmiş olmalı ki beni köyümün mezarlığına gömün diye vasiyet etmişti. Hanife ablamız geçen hafta bin bir umutla geldiği İstanbul’da bir hastane odasında hayata gözlerini yumdu. O artık Allah’ın huzurunda… Orada haksızlık yok, adam kayırma yok, ona zarar verecek hain ve zalimler yok. O mutlak adaletin hakim olduğu bir yerde Allah’ın huzurunda… Peki ya bizler? Yapmamız gerektiği halde yapamadıklarımızın hesabını nasıl vereceğiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.