Ölümden Korkmak Beyhude
Cenâb-ı Hakk'ın hem bütün yaratılmışların yaratıcısıdır, dilediğini dilediği gibi yaratır. Amenna.
Hem aynı zamanda bütün yaratılmışlara ait ayrıntıların bilgisine de sahiptir. Kendisi yaratmıştır, yarattığını bilmez mi? Onda unutmak, uyumak, gaflete düşmek asla olmaz. Her türlü eksiklikten, kusurdan, hatadan uzaktır, münezzehtir. Bu yüzden daima “sübhanellah” deriz.
Böyle olunca bir erkek ve dişiden, gebelik vesilesiyle yeni bir canlının doğup dünyaya gelmesinden tutun da her bir canlının ömrünün ne kadar olduğuna varıncaya kadar evrende olup biten, şimdi olan ve istikbalde olacak olan bütün olaylar, bütün incelikleri ile Allah Teâlâ’nın nezdinde malumdur.
Buna göre her bir insanın ömrü uzun da yazılsa kısa da tutulsa, veya bir kimsenin ömrü diğerine göre uzun da olsa kısa da olsa, bu asla bir tesadüfe yahut kendiliğinden oluşa değil, Allah'ın iradesine bağlıdır. Amenna.
Bu irade değişmemek üzere “levh-i mahfuz” diye bilinen özel bir kayıt sistemine bağlanmıştır. “Kader” anlamına “yazgı” veya “alın yazısı” dediğimiz de budur. Buna göre herkesin ömrünün ne kadar olacağı tamı tamına kayıtlı olduğu gibi, bunun yaşanan her günü, her ayı, her yılı da kaydedilmektedir. Eceli gelen ölür. Bir an olsun ne fazla yaşar, ne de eksik. Tam takdir edilen ecelin bitiş anında ölür.
Kelam kitaplarında bu “ecel”e değişik şartlarda değişik isimler verilse de, kafa karıştırmaya gerek yoktur; sonuçta Kur’an-ı Kerîm’de ifade edilen ecel birdir ve vakti, saati asla değişmez.
Hadislerde belirtildiği gibi bazı sebeplerle ömür uzatılabilir veya kısaltılabilir oluşu, Allah'ın ezeldeki bilgisinin bir takdiri ile yine onun iradesine binaen olmaktadır. Yani O'nun ezelî ilminde mevcuttur. O da “levh-i mahfuz” denilen bir kitapta kayıtlıdır. Allah'ın bildikleri insanlar tarafından bilinmediğinden, (onun izni olursa neden olmasın) bu durum dünya hayatının sınav düzenini ve kişinin sorumluluğunu etkilemez.
Evet, sonuçta ecel birdir ve değişmez.
Öyleyse ölümden korkmak beyhudedir. İnsana gam ve kederden başka faydası da yoktur. İman ile aydınlanan bir kalpte böyle ağır yükler olmaz. O bilir ki insan eceli gelmeden ölmez. Önce gelmek isteyen ölümden onu eceli korur. Müslüman daima Allah Teâlâ’nın hükmüne teslim olarak tefviz ve tevekkül içinde kendisine düşeni yapmanın gayreti içindedir. Bu yüzden huzurludur, mutludur. Telaşa, strese, endişe ve korkuya gerek toktur.
Gerçi Yunus Emre gibi ermişler bile zaman zaman “gök ekini biçmiş gibi” genç yaşında ölenlere içleri yansa, gönülleri göyünse de, bunu beşer tabiatının tam silinememiş bir gönül pası saymak mümkündür. İman nazarıyla bakıp, “tefekkü-ü mevt” ile kendimizi ölüme hazırlamak, böylece “ölmeden evvel ölmek” sırrına mazhar olmak ile cümle paslardan kurtulmak mümkündür.
Böyle bir bahtiyar mü’mini bu fâni dünyada ne üzüp kederlendirebilir?
Zira o, ne kadar engin bir merhamet sahibi Rabbinin olduğunu ve her yarattığı olayın kendisinin hayrına tecelli edeceğini bilir. Bu bilginin verdiği güvenle göğsü kıvançla dolarak her dem şöyle der:
“Görelim Mevla neyle
Neylerse güzel eyler.”