Halk özgür olunca vatandaşlar huzursuz oluyor
Anayasa Mahkemesi'nin önceki gün açıklanan gerekçesinin özü başlığa aldığım bu cümle. Mahkeme diyor ki, üniversitelerde kılık kıyafet özgürlüğü getirirseniz, bu özgürlüğün toplumun bir kesimini huzursuz etme riski var. Haşim Kılıç ile Sacit Adalı'nın dokuz sayfa tutan "karşı oy gerekçesi" dışında, açıklanan 37 sayfalık iptal gerekçesi bize sadece bunu anlatıyor.
Cevabını aradığımız iki soru var: Birincisi, birinin huzuru için diğerinin özgürlüğüne kıymak adil mi? İkincisi, özgürlük gerçekten başkalarının huzurunu bozabilir mi? Bugünkü Çin'in kurucusu olan Mao Zedung, 1974'te öldüğü zaman iktidarın dizginlerini, aralarında dul kalan eşinin de bulunduğu dört kişilik bir ekip almıştı. Sonra bu ekibe "dörtlü çete" adı verilmiş ve tasfiye edilmişti. "Dörtlü çete"nin hukuksuzluğuna, keyfiliğine verilen en etkileyici örnek, Mao'nun dul eşine aitti. Mao'nun dul eşi koca bir koruluğun ortasında saray gibi bir evde yaşıyormuş. Sabahları erken saatte öten kuşlar onun uykusunu bölüp rahatsız ediyormuş. Hanımefendi'nin huzuru için basit bir çözüm bulunmuş: Koruluktaki bütün kuşlar öldürülmüş.
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesi bana, Bayan Mao'nun sabah uykusu için feda edilen kuşları hatırlattı. 1940'lı yılların bir gazetesine ait, İstanbul'da Moda plajındaki kalabalığı anlatan meşhur manşet: "Halk plajlara hücum etti, vatandaşlar denize giremedi." Genç kızlar din ve vicdan özgürlüğüne uygun şekilde örtünerek üniversiteye girebilirse, yani halkı özgür bırakırsanız, vatandaşlar huzursuz olacak.
Anayasa Mahkemesi'nin karara bulduğu gerekçe bütünüyle bu ayrıma dayanıyor. "Dinî amaçlı bölünme ekseni"nden bahsederken, başörtüsü serbestisinin "...toplumsal huzuru ve ulusal dayanışmayı zedelemesi"nden, "hatta giderek ortadan kaldırması"ndan şikâyet ederken, Mahkeme örtünenleri "hak ve özgürlük sahibi vatandaşlar" olarak görmüyor. Anayasa Mahkemesi'nin kararını evrensel hukuk ve anayasa ölçüleri içinde eleştiri süzgecinden geçirmek mümkün değil. Çünkü bu karar ve gerekçesi hiçbir mantığa sığmıyor. Göze batan iki çarpıcı hususa, Anayasa Mahkemesi'nin verebileceği cevap olabilir mi?
Birincisi, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesi, üniversiteli genç kızların başörtüsü hakkında değil, genel olarak başörtüsü hakkında. Anayasa Mahkemesi, hanımların % 65'inin tercihi olan başörtüsü hakkında yorumda bulunuyor ve hüküm tesis ediyor. Anayasa Mahkemesi'nin muhakemesi takip edilirse, başörtüsüne herkes için bir genel yasak getirilmesi gerekecek. Çoğu kişinin gözünden kaçmış olabilir. Anayasa Mahkemesi, üniversitedeki kıyafet özgürlüğünü değil, bütün toplumsal alanlarda görünen başörtüsünü yargılıyor.
İkincisi, Anayasa'nın 10. maddesinde yapılan değişikliği iptali. Malûm: Anayasa'nın 10. maddesinin değiştirilmesi MHP'nin fikriydi. AK Parti, üniversitelerde başörtüsü serbestisi için bu değişikliğin yeterli olmayacağını öne sürmüş ve 42. madde de, anayasa paketine dahil edilmişti. 10. madde eşitlik prensibini düzenliyor ve değişiklik bu maddede zaten var olan bir prensibi kuvvetlendiriyordu. İlave edilen ibare "ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında" şeklindeydi. Bu hüküm kıyafet serbestisi için yeterli değildi, ama Anayasa Mahkemesi bu değişikliği de iptal etti.
Bu ibare de iptal edildiğine göre; o zaman Anayasa Mahkemesi bize ne demiş oluyor: "Kamu hizmetlerinden yararlanmada herkes eşit olamaz." Benim yazıya koyduğum başlık, işte bu eşitsizliği ifade ediyor.
Anayasa Mahkemesi aslında laikliğe de karşı çıkıyor. Çünkü evrensel olarak laikliğin asgari ölçekte vazgeçilmez iki somut karşılığı var: Kamu hizmetlerine girmede ve kamu hizmetlerini almada eşitlik. Dinî inanç farklılıklarına devletin kayıtsız kalmasının sebebi de bu iki eşitliği tesis için. Tartıştığımız ve yargıladığımız şey laiklik falan değil, "halkın temel hak ve özgürlükleri"ne karşı, ayrıcalıklıların keyfi.