AK Parti Devlet'in taşeronu olur mu?
Son MGK toplantısında terörle mücadele konusunda yeni bir yapılanma kararı çıkmıştı. 'Yeni yapılanma'nın şekli biraz belirginleşti. PKK ile mücadele için İçişleri Bakanlığı içinde Güvenlik Yüksek Kurulu ve Güvenlik Sekreterliği kurulacak. Bazı kişiler bu gelişmeyi 'sivil devrim' olarak nitelediler. Kuşkusuz bu, terörle mücadele alanında son yıllarda alınan belki de en önemli karardır.
Öngörülen yeni yapı ile terörle mücadelede inisiyatifin silahlı kuvvetlerden sivil kuvvetlere geçmesi bekleniyor. Söz konusu yapının misyonunu, yetkisini, personelini nasıl oluşturacağını göreceğiz. Genelde kamuoyu 'yeni yapılanma' fikrini olumlu karşıladı, ama benim kuşkularım var.
Kuşkumun kaynağı, birçok konuda olduğu gibi terörle mücadelede de davulun hükümetin boynuna takılması ama tokmağın askerin elinde olması ihtimali.
Terörle mücadele tabii ki hükümetin işi. Yalnız bu, yıllardan beri, adeta hükümetlerden bağımsızmış gibi hareket eden TSK'ya tevdi edilmiş durumda. TSK da bu konudaki performansını toplumsal eleştiriye açmadığı gibi kurumsal iç denetim mekanizmalarını bile pek çalıştırmış görünmüyor. Sonuçta TSK'nın terörle mücadeledeki performansı sorgulanmaya başlandı. Özellikle Dağlıca ve Aktütün baskınlarını izleyen tartışmalar, yöneltilen eleştiriler ve zafiyet iddiaları askeriyede bu 'iş'ten biraz geri durma eğilimi yarattı.
Dolayısıyla 'inisiyatif'in askerden sivil unsurlara aktarılması konusunda askerin pek itirazı yok. Askerin kendine güç, meşruiyet ve neredeyse sınırsız kaynak sağlayan bu misyonu terk etmeye razı olması kayda değer. Her durumda tabii ki TSK terörle mücadelenin bir parçası olacaktır. Ama ön planda sivil yönetimin görünmesi anlaşılan askeri rahatlatacak.
Üzerinde durulması gereken husus şu: Eğer sorumluluk ve inisiyatif gerçekten sivil yönetimin elinde olacaksa askerin terörle mücadeleden Kürt sorununa, yerel yönetim reformundan AB sürecine siyasal iktidara 'kırmızı çizgiler' dayatan pozisyondan da geri çekilmesi gerekir.
Terörle mücadelede tüm sorumluluğu alan sivil irade eğer sorunun zemini olan Kürt sorununda açılım yapma imkânından yoksun bırakılacaksa 'sivil inisiyatif' denilen şey hükümetin elinde patlar. Böyle bir tabloda AK Parti'ye düşen, Türkiye Kürtlerine yönelik sert 'devlet politikası'nın yürütücüsü ve hatta aslında taşeronluğu olacaktır.
Kaçınılması gereken bir durumdur bu. Çünkü AK Parti Kürt sorununun çözümü için bir imkândır. Bu imkânın heba edilmemesi gerekir. Devlet, şimdiye kadar yürüttüğü politikaları AK Parti üzerinden devam ettirmeye kalkarsa bu parti de hızla devlet partisi haline gelir, bölgede varlık gösteremeyen diğer partilere benzer. Oysa AK Parti Güneydoğu ile Türkiye arasındaki köprüdür; Türkiye'nin Güneydoğu'ya uzanan elidir. Bu eli Kürtleri dövmek için kullanmayın.
Türkiye Kürtleri arasında Turgut Özal'dan sonra ilk defa bir siyasi lider umut olmaktadır. Bölge insanına ulaşmayı, onlara umut ve güven vermeyi başaran bir liderin (Tayyip Erdoğan) bu konumunu muhafaza etmesi sadece partisi için değil, Türkiye için gereklidir.
Sahnenin önüne AK Parti hükümeti sürülür, arkasında da asker komut vermeye kalkarsa, bu, kısa sürede AK Parti ile geleneksel baskı politikalarının özdeşleşmesi, dolayısıyla AK Parti'nin ve liderinin Türkiye Kürtleri arasında yakaladığı güvenin dağılması anlamına gelir. Peki buna en çok kim(ler) sevinir?
PKK, tarihinin en derin krizini yaşıyor. Son dönemdeki saldırıları ve sokağa çıkma girişimleri hem Türkiye'de, hem bölgede hem de dünyada giderek yalnızlaşmasındandır. PKK açıkça devletin bölgeye yönelik politikalarının sertleşmesi için davetiye çıkarıyor. Sadece PKK mı? CHP ve MHP de hükümetin sertleşmesini istiyor. Oyuna gelmeyelim.
Sivil yönetimin yapması gereken, PKK'nın her eylemine daha fazla özgürlük, daha derin demokrasi ve daha yüksek refah yaratmakla karşılık vermek olmalı.