Alay Ve Ayıplama Ayıbımız
Dinimizin en önemli ilkelerinden birisi de “Yaratan’dan ötürü yaratılanı sevmektir”. İmânın ilk ve en güzel meyvesi merhamet olduğu için mahlûkâta şefkat ve merhamet nazarıyla bakış, kâmil mü’minlerin vazgeçilmez bir hasletidir. Çünkü Cenâb-ı Hak mü’minlerin vasıflarını beyân ederken; “…Onlar birbirlerine karşı son derece merhametlidirler…”2 buyurmaktadır. Dolayısıyla mü’minlere karşı kibirlenmek ve onları hor görmek; gönüldeki merhamet noksanlığının alametidir. O da iman zayıflığının elbette.
Kaldı ki insanları istihkār, yani Allâh’ın kullarını küçümseme ve aşağılama, en başta kişinin kendi haddini bilmezliğinin bir ifadesidir. Zira insan kendini bilirse, yani var olmak ve hayatını idâme ettirmek için bile dâimâ Rabbinin lûtfuna muhtaç olduğunu lâyıkıyla idrâk edebilirse, mütevazı ve mahviyyetkar olur. Gurur, kibir, enaniyetten uzak durur. Bu da hem kendisi için bir saadet sebebi, hem de cemiyet için huzur, emniyet ve barış vesilesi olur.
Hepimiz de Adem’in çocukları değil miyiz? Hazret-i Ali (r.a.)’ın ifadesiyle, “övünmek Âdemoğlunun neyine ki?! Evveli nutfe, sonu ise cîfedir! Kendi rızkını dahî yaratamadığı gibi, kendini helâkten de kurtaramaz.” Öyleyse kim kime neyi ile üstünlük taslayacak? Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî kudret ve azameti karşısında acziyet ve fakrının, hatta hiçliğinin farkında olan bir mü’min; aslâ gurur, kibir ve ucuba meyledemez. Dolayısıyla kul; tevâzû, hiçlik ve acziyetinin idrâki içinde, sâlih amellerle Rabbine ne kadar yaklaşabilirse, Hak katında o nisbette izzet kazanır. Mütevâzı kullarını Cenâb-ı Hak yüceltir. Çünkü ayet-i kerîme, üstünlüğün ancak takvâ ile olduğunu bildirir. O da ahirette belli olur:
“Allah katında en değerli olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır…”( Hucurât, 13.)
Öyleyse kimse kimseyle alay etmesin, aşağılamasın, kötü lakap takmasın.
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”( Hucurât, 11.)
İnsanları küçük görmek; sözle olabileceği gibi, çeşitli hâl ve hareketlerle, kaş-göz işaretleriyle de olabilir. Cenâb-ı Hak bunu da şu ifadeyle yasaklamıştır:
“İnsanları arkasından çekiştirip (gıybetini yapıp) kaş-göz işaretiyle alay eden herkesin vay hâline!”( Hümeze, 1.)
Maalesef insanların şakaları alay ve aşağılamaya alet ettiklerini çok görüyoruz. Açıktan yüzüne diyemediklerini kıvrak zekalarıyla şakaya buldurarak söyler ve muhatabını toplum içinde küçük düşürür, haysiyet ve şereflerini rencide ederler. Hatta kalabalık içinde bir de sağa sola bakarak, “nasıl da dalga geçtim, gördünüz mü?” dercesine gülümserler. Onların bu tavrına münasip bir şekilde engel olmak gerekir. Bunu yapamıyorsak bari gülmemek, o alaya katılmamak, günaha ortak olmamak bakımından önemlidir.
Velhasıl Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu asla unutmamak gerekir:
“Allah Teâlâ bana: «Birbirinize karşı öylesine alçakgönüllü olun ki, hiç kimse diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiç kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın!»diye vahyetti.”