Cehalet Taassup Irkçılık Ve Hakikat
Kur'an’da, sünnette, akaid kitaplarının "İmanın sıhhati" ve fıkıh kitaplarının "Mürtede ait hükümler” bahsinde İslam’ın kanunlarını çirkin görüp beğenmeyerek reddeden ve başka yerlerden kanun alanların “mürted", yani dinden çıkan bir kafir olacağı gayet açık olarak yazılmıştır.
Bu hükmünü açıkça yazmış bir Osmanlı âlimini dinleyelim:
"Hele şu zamanda hâşâ ahkam-ı ilahiyeyi beğenmeyerek bir takım Avrupa kanunlarını hükm-ü ilahî üzerine takdim ve tercih etmek isteyen kimseler, asr-ı saadette bulunan (münafıklardan)lardan daha aşağıdırlar Çünkü; ahkam-ı ilahiyyeden her biri ukûl-u beşere muvafık ve adalete mutabık olduğundan, onun haricinde bir kanun aramak, hamakattan başka bir şey değildir. Fakat ahkam-ı şer'iyyeye vukufu olmayanlara bunu anlatmak imkansızdır. Çünkü anlamak istemezler." (Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasat'ül Beyan fi Tef sir'il Kur'an, c. 9, s. 3756.)
Mesele bu kadar basit!
Anlamak istemeyenler varsın anlamasınlar. Veya meseleyi bilerek saptırmak isteyen sözüm ona hocalar, ilahiyatçılar varsın saptırsınlar. Utanmadan dinin hayata hakim olmasını isteyenleri, ABD’nin kullandığı DAEŞ’e benzetsinler. Gücün safında kendilerine – bulabilirlerse- izzetli şerefli bir konum dilenmeye devam etsinler. Ama biz olsun anlayalım canım!
Allah, Konyalı Mehmet Vehbi Efendiden de, Bediüzzaman Said Nursî Efendiden de razı olsun. Onlar, konuşmuşlarsa da, susmuşlarsa da, dînî bir maslahat ve menfaat için yapmışlardır. Bize gelince, İslam’ı ve üstatlarımızı iyi anlamaya çalışmalı, taassuptan ve kör taklitten uzak olmalı, İslam’ı kendi anlayışlarımıza kurban etmemeliyiz.
Yanlışa düşmek elbette kötüdür. Fakat başkalarını düşürmek daha da kötüdür. İlkinde kötülük defteri kapatılabilir. Ama ikincisinde kıyamete kadar açık kalma ve içi kötülüklerle dolma ihtimali vardır.
Belki içinizden “Bediüzzaman Said Nursî Efendiyi niçin zikrettiniz?” diyeceksiniz. Şu cümlesinden:
“On üç asır evvel, şeriat-ı garra teessüs ettiğinden, ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslam’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir". ”( Asar-ı Bediiye, s. 368.)
İnsan bazen en sevdiği kişinin sözlerini bile yanlış anlatabilir. Bunu da bazen bilerek, bazen bilmeyerek yapabilir. Bilmeyerek yaparsa, af edilebilir. Ama bilerek yaparsa, orada durmak gerekir. Maksadı nedir? Söyleyen kişiyi mi, söylenen hakikati mi tahrif etmek, yanlış anlaşılmasını sağlamak için mi yapar bunu? Ne adına yapar bu gerçeği değiştirmeyi ve bozmayı?
Bakıyoruz Bediuzzaman Said Nursi’nin ileri gelen bir talebesi kalkıp onun sözlerini şöyle yorumluyor:
“Böyle diyor amma bununla beraber bu işi böyle yapanların küfre girdiklerini, dinden çıktıklarını söylemiyor, iddia etmiyor. Belki ancak hakîkî adaletin temin edilemeyeceğini beyan ediyor”
Hoppala!...
Ne alakası var?
Üstad merhum bugünkü tabirle: "Avrupa’dan kanun dilenmek, İslam Dinine karşı büyük bir cinayet işemektir” diyor. Açıklaması daha da açıktır: “Böyle yapmak kıple diye kuzeye (Moskovaya) yönelerek namaz kılmak gibidir" diyor.
Daha ne desin?
Üstadı iyi anladığını iddia eden birisi kalmış diyor ki: “Üstad onlara ‘küfre düşmüşlerdir, kafir olmuşlardır’ demiyor. (Olay için bakınız, A. Badıllı. Bediüzzaman Said Nursi. Timaş y. 1990. 3. cilt s. 480.)
Adını vermediğimiz o birisine soralım: “Peki, müslüman olduklarını söylüyor mu? Hâla müslüman kaldıklarını iddia ediyor mu?
Hayır!
Sana ne oluyor?”
Daha açık soralım; “sen böyle yapanların ve severek yapmaya devam edenlerin hala müslüman olduklarını söyleyebilir misin? Hâla müslüman kaldıklarını iddia edebilir misin?”
Azıcık akaid ilmi okudunsa, hayır, edemezsin.
Ve siz ey müslümanlar, aranızdan birisi bilerek veya bilmeyerek yanlış yaparsa, siz o yanlışa, sırf “bizdendir” diyerek cemaat dayanışması adına sahip çıkamazsınız!
Çıkarsanız, haksız ve ırkçı olursunuz!
Çünkü ırkçılık, zalim de olsa, mazlum da olsa, senden olana sahip çıkmaktır.