Bugünkü Manzara Bize Yakışmıyor
Özelde Afrin’den, genelde Suriye, Irak ve Afganistan’da cereyan eden olaylardan alacağımız çok büyük dersler vardır. Yemen’i ve kimi Arap ülkelerini ve dahi ülkemizideki olayları da unutmayalım, ibretle üstünde düşünelim.
Bu halde oluşumuzun sebeplerini saymaya kalkışalım mı? İslam ne diyor, biz ne yapıyoruz, uzun uzun yazalım mı?
Bence gerek yok, sadece bir karar verelim. Eğer Müslüman isel gereğini yapalım fert ve ülke bazında. Çaremiz İslam’da. Ve o bize hiç de uzak değil. Ama uzanıp alamıyoruz.
Engel ne?
Bizi bu hallere koyan kafirlerin kafasına gidişimiz. Bizi paramparça eden emperyalistlerin zihniyetini alışımız.
Sırat-ı müstakim dururken kafirlerin yolunda gitmek niye?
Allah Teâlâ’nın uyarması açık iken:
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.”(Al-i İmra, 100)
* * *
İslam ki birlik dinidir, ümmet dinidir, ırkçılığı, ulusalcılığı reddeder, şu bölünme ve parçalanma şuursuzluğumuza bakar mısınız?
Bu gün dünyanın gelişmiş ülkeleri değişik birliklerle güç kazanırken, Müslümanların inançlarına aykırı ideoloji ve sistemlerle kalbî birliklerini, ırkçı ve bölgeci anlayışlarla da coğrafi birliklerini parçalanmış ve bölünmüş görmek içler acısıdır. Ardır ve ayıptır.
Oysa dinimiz gibi aklımız, ilmimiz, ekonomimiz, siyasi gerçeklerimiz ve tarihi tecrübelerimiz de birlik olmamızı gerektiriyor. Bu halimizden bir an evvel sıyrılmalı, dün olduğu gibi yine insanlığa bu konuda da bizler örnek olmalıyız.
* * *
Birlik önündeki en büyük engel, cehalettir. Bu cehalet sebebiyle imanın kıymetini, kardeşliğin faziletini, birliğin dirlik ve esenlik oluşunu bilemiyoruz.
Gurur, kibir, kendini beğenmişlik, şahsi çıkar, mal, makam, baş olma sevdası gözlerimizi kör ediyor da, kendimizden başkasını göremiyor, kardeşlerimizin hayırlı işlerini takdir edemiyoruz.
Dedikodu, koğuculuk, kusur araştırma, yalan, dolan, iftira ile kardeşlerimizi kaçırıyor, kazanılamayacak gereksiz tartışmalarla enerjimizi boşa harcıyor, zayıf düşünce de bir kurtarıcı gibi düşmanlarımıza sarılıyoruz. Oysa onlar, bizi bölüp parçalamak ve parçaları da bir araya getirmemek için ne oyunlar sergiliyor, ne tuzaklar hazırlıyorlar.
Hem yaptığımız hem de yapmadığımız işlerle övünmek yetmiyormuş, tutup bir de başkalarının yaptıklarını kendimiz yapmış gibi kendimizi övüyor, reklam ederek pazarlıyor, geleceğe yatırım yapıyoruz. “Hizmet” diye kibrimizden geçilmiyor. Hizmet kelimesini de istismar ede ede iyice berbat ettik.
* * *
Çare, cehaletten kurtulma, yani kendi dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi iyi bilme, kardeşlik hak ve hukukunu gözetme, her türlü ayırımcılık ve ırkçılıktan uzaklaşma, hata ve kusurlara af ve musamaha ile yaklaşma, faydasız münakaşalardan kaçma ve sabırla çalışma, çabalama, gayret etmedir.
Laf değil, iş üretmedir.
Hareket berekettir. Her şeyi temizleyen suyun bile durgun olup akmadığında kokuştuğunu görmek bize ibret olmalı değil mi?
* * *
Fuat Uğur ve Cem Küçük sabahları medyayı kritik ediyorlar. Dinliyor ve beğeniyor, görüşlerine genellikle katılıyoruz. Ama son günlerde Fuat Uğur Beye bir haller oldu. Yargıya dair olaylarda bir hakim gibi hüküm veriyor ve yargısını beğenmeği hakimlere eleştirinin ötesinde hakaretler ediyor. Hatta “atacaksın bunları” diyor…
Geçen bir de “hocalar” diyerek bazı fetva verenlere açtı ağzını, yumdu gözünü. Eleştiri değil bayağı hakaret. Tuttu bir de Diyanet’e şikayet etti.
Sevgili kardeşim, canlı yayındasınız ve örnek olmalısınız. Bilmediğiniz işlerde kesin konuşmayın lütfen. Hele hakarete hiç tevessül etmeyin.
Sen de Cem Küçük Bey, arkadaşının freninin tutmadığı yerde azıcık toparla be kardeşim. Hocalar kolay yetişmiyor bu sistemde. Bir hatası olsa bile saygıyı unutmayacak, yaptığı hizmetleri görecek, kibarca eleştireceğiz gerektiği zamanda.