Okulları da Projeydi 1
MİT eliyle FETÖ hainleri yakalanıp getirilmeye başlayınca, sağdan soldan şöyle diynleri duyar olduk:
“Tamam ama bu okullar çok iyiydi. İçeride neyse, ama dışarıda hem İslam’ı, hem de Türkçe’yi öğretiyorlardı. Türkiye sevgisi veriyorlardı”.
Kimse kusura bakmasın, bu külliyyen yalandır.
Ama ne yazık ki yıllarca biz de öyle zannetmiştik.
Beni ilk uyandıran Ahmet Taşgetiren Beyin bir yazısı oldu. Yurt dışındaki okulları anlatırken, “İyi güzel de, neden İslam açıkça ifade edilmiyor? Bu şartlar uygun değildir diye gizlenme ile biz ne kazanacağız? Bu beni düşündürüyor” gibi bir şeyler yazmıştı.
İşte bizim düşüncelerimizi Ahmet Bey ile çok yakın bulanlar yine haklı çıkmışlardı. Ben de böyle düşünüyordum ama içimde bir “acaba?” ile dillendirmiyordum. Ondan sonra açıkça konuşmaya başladım.
* * *
Bu okullar öncelikle Türk Cumhuriyetlerinde açıldı. O zaman Sovyetlerin dağılması ile komünizmin etkisinden kurtulan bu kadim Müslüman topraklarda bu okulların açılması, Türkiye’de büyük heyecan ve sevinç dalgalanması meydana getirdi.
Hatta çevresinde efsaneler üretildi. Destansı anlatımlarla “Önden Giden Atlılar” kutsallaştırıldı. Ashâb-ı kirama denk tutularak, “altın nesil” için model üretildi.
Algı şu idi:
Fethullah Gülen’in o büyülü ifadesiyle buralara fedakar öğretmenler gidiyor, bin bir meşakkat ve sıkıntılara, hatta can endişelerine rağmen okullar açıyor, Müslüman çocuklara yeniden İslam’ı anlatıyorlardı.
O büyülü ifadelere göre rüyalar görülüyor, oralarda o öğretmenleri Hz. Hatice’ler, Hz. Fatıma’lar, Hz. Aişe’ler karşılıyor, Bedir’in, Uhud’un şehitleri onları bekliyor ve selamlıyordu.
İnsanlar, yeni bir İslam’a davet aşkıyla paralarını veriyor, bu okullar için servetlerini akıtıyordu. O büyülü konuşmaların etkisiyle kadınlar kollarından bileziklerini sıyırıp, kulaklarından küpelerini koparıp yardım sergilerine atıyorlardı.
Oralarda karşılaşılan olaylar, evet, “Önden Giden Atlılar” imajıyla efsaneye dönüştürülüyor, gençler kırbaç yemiş kısraklar gibi yerinde duramaz hale getiriliyordu. Her dilde, her evde, bir zamanlar “siret okunur” gibi, “Hz. Ali ve Kan Kalesi Cenkleri” dinletilir gibi, “yeni Türkistan fatihlerinin” benzer efsaneler anlatılıyordu.
* * *
Bizler de göz yaşları içinde bu davayı, bu davayı hazırlayan Gülen’i ve fedakar talebelerini, paralarını bunlara akıtan insanlarını tebcil ediyor, zaferleri için dualar ediyorduk.
Tam bir afyon yutmuş haşhaşi gibi rüyalar ve renkler aleminde uçuyorduk. Hakikatten hiç haberimiz yoktu. Davulun sesi uzaktan kulaklarımızı büyülüyordu.
* * *
Sonra yavaş yavaş efsane sönmeye, hayal hakikate dönmeye başladı.
Duyduk ki o okullarda hiç İslam anlatılmıyordu. Hatta İslam’ın sembolü sayılan ezan bile okunmuyor, namaz bile açıktan kılınmıyor, kimseye de “kılın” diye tavsiye edilmiyordu, hem de bilerek ve isteyerek.
“Neden?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap ilginçti: “Devletler hala komünistlerin elinde. Allah, İslam, din, ahlak dersek hemen bizi kapatırlar.”
* * *
İşte bu yüzden dini duygularımız yavaş yavaş incinmeye başladı. Bizzat öğretmenlerden dinledik. Evet, açıktan namaz kılamıyorlarmış. Kimseye açıktan İslam anlatılmıyormuş. Namaz kılmayı bir şekilde başkalarından öğrenenlere “gizli kılın” diye sıkı sıkı tembih ediliyormuş vs. vs.
İyi de bu nasıl İslam tebliği oluyor böyle?
“Altın Nesil” diye örnek alınan sahabiler böyle mi tebliğ etmişti İslam’ı?
Böyle mi öğretmişti Aziz Peygamberimiz Efendimizin (sav)?
* * *
Bu eleştirilerimizi söyledikçe aldığımız cevap vardı, ama ikna etmiyordu.
Neydi o savunma suretindeki cevaplar?
Yazı çok uzadı. Geleceğe kalsın mı?