İki cumhur, iki resepsiyon ve kardeşlik teraneleri!
Abdullah Gül cumhurbaşkanı olduğundan beri, her bayram aynı utanç manzarasıyla karşılaşıyoruz. Hipodromlarda, Anıtkabir’de, meydanlarda atılan –cumhuriyet-sayesinde adam olduk, padişah gitti halk geldi- nutuklarından sonra Cumhurbaşkanı tarafından biri eşli biri eşsiz, biri padişahın yerini alanlara, diğeri her zaman tebaa olarak kalanlara iki resepsiyon veriliyor. Resepsiyonlarda aslında Cumhuriyetin kimseyi kimseye eşitlemediğini, askeri bürokrasinin her zaman olduğu gibi –bila kaydı şart-ülkenin yegâne hâkimi olduğunu görüyorsunuz.
Askeri bürokrasi hoşlanmıyor diye, onlara ayrı, başörtülülere ayrı resepsiyon vermek nerede görülmüş? Böyle bir anlayışı hangi Cumhuriyet, hangi demokrasi kabul eder? Bu aslında askeri vesayeti kabul etmek, onlar kızmasın diye böyle bir kepazeliğe boyun eğmek demek değil midir?
Hoşlanmıyorlarsa gelmezler. Ciddiye almazsınız olur, biter. Asker gelmedi diye ne Cumhuriyete bir nakise gelir, ne de kıyamet kopar. Şimdi siz bu manzarayı gördükten sonra gelin birlik, bütünlük, kardeşlik nutukları atın, kim inanır buna.
Otuz yıldır güneydoğu’da meydana gelen terör olaylarını durdurmak, birlik ve bütünlüğümüzü korumak için Kürt-Türk kardeştir diye yırtınıp duruyoruz. Bu manzarayı gören, hangi kardeşlik teranelerine inanır. Askeri bürokrasinin bırakınız Kürt’ü, Türk’ün muhafazakârına, dindarına, hatta milliyetçisine bile tahammülü yok.
Ondan sonra da konuşuyoruz, aman askerimizi yıpratmayalım, aman güvenlik güçlerimizi kollayalım, Türkiye hayat memat mücadelesi veriyor falan filan.
Yıpratmayalım da, kim yıpratıyor acaba?
Cumhuriyet bayramlarında vatandaşlarının bir kısmını görmeye bile tahammül edemeyenler mi, yoksa bu yaptığınız ayıp, hiçbir vatan çocuğuna bu muameleyi yapamazsınız diyenler mi?
Her bayramda, cumhurbaşkanının yurt dışından her gelişinde aslında sorunun nerede kaynaklandığını görüyoruz. Ama konuşmak, dillendirmek işimize gelmiyor. Bir Cumhurbaşkanı düşününki, eşiyle gittiği her yurt dışı gezisi dönüşünde bazı askerler tarafından istiskal ediliyor. Hava alanında kendisini karşılamakla görevli askeri bürokrat tarafından aşağılanıyor ve biz bunu gayet tabii bir şeymiş gibi seyrediyoruz.
Daha birkaç gün önce emin Çölaşan kara kuvvetleri komutanı iken İlker Başbuğ’un kendisine koruma vermeyi teklif ettiğini yazdı. Kimse sormaya cesaret etmedi, Sayın Başbuğ, siz bu yetkiyi hangi yasal mevzuattan alıyorsunuz diyemedi kimse. Millet çocuklarını vatan müdafaasına yollayacak, siz gideceksiniz sırf hükümet muhalifi olduğu için Marksist, kışkırtıcı bir yazara bu çocukları koruma vermeye çalışacaksınız. Askerin görevi ne, muhalif gazetecilere koltuk çıkmak mı, vatanı korumak mı? Dünyanın hiçbir yerinde bizdeki kadar askeri bürokrasinin yanlışlarına tolerans gösterilmez. Eğer dünyanın en büyük ordularından birinin karşısında bugün hala PKK diye bir çapulcu güruhu varsa, bu biraz da bazı askerler ne yaparlarsa yapsınlar alkışlamamamızdan kaynaklanıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanına sırtını dönen, resepsiyonlara tavır koyan askeri bürokrasiden hesap soramazsa, bölücülüğe karşı verdiği mücadelede de başarılı olamaz. İki ayrı resepsiyon yaparak iki ayrı Cumhur varmış gibi, askeri bürokrasinin dayatmalarına göz yummak, bütün birlik, beraberlik iddialarımızı çöpe atmak olur. Demokrasilerde hiçbir vatandaş –vatandaşlık-referansını askerden almaz. Askersiz resepsiyon olmaz diyerek bu çirkinliğe göz yumanlar aslında bilerek veya bilmeyerek askeri kendi meşruiyetlerinin bile referansı haline getiriyorlar. Buna evet derseniz, demokrasiye hayır demiş olursunuz, bizden hatırlatması.