Şehrin derûnuna girmek...
On günlük yoğun programlı “Kültür Kervanı”, Balkanlarda güçlü bir tanıma etkisi oluşturdu. Heyetimizde Rumeli’yi önceden bilenler, defalarca görenler yanında hiç görmeyenler de vardı.
Elbette bu ikinci grupta bulunanlar Türkiye’nin batısındaki Türkiye’nin varlığı karşısında hayret ve şaşkınlık içindeydiler. Balkanların son yüzyılı Osmanlı varlığının tasfiyesi ile geçti. Görünenler bu asırlık tasfiyeden artakalanlar...
Bilmem ki Trabzon ağzıyla mı desem, Erzurum şivesiyle mi yakılmış bu Prizren türküsü 1914’de Kosova’nın Sırplar tarafından işgalini nasıl anlatıyor bakın:
Sırp asçerilen doldi Kosova ovasi
Kurtun kuşun hayvanatın bozoldi yuvasi
Tellallar bagırdi Sırbın oldi burasi
Sultan Reşat pederımıs sen bizi kurtar
Verdıgın idareyi vermiyor çüffar
Dikkat edilirse, düşman işgali şehrin, coğrafyanın tabiî varlığına müdahaleye benzetiliyor. Kurdun kuşun yuvası bozuluyor, şehir hayatı tarümar ediliyor...Üç yıl önce, 1911’de, bir Rumeli seyahati yapan ve Murad-ı Hüdavendigâr türbesini ziyaret ederek Kosova sahrasında büyük bir cemaatla cuma namazı kılan Padişah’dan imdat bekleniyor...
Balkanların şehir varlığı Osmanlı damgası taşıyor. Denilebilir ki, Balkanlarda Osmanlının tesis etmediği veya ihya etmediği şehir yok. Osmanlı sonrası burada devletleştirilen kavimlerin en büyük meselesi bu. Kendilerini ısbat sadedinde iki şey yapıyorlar. Öncelikle Osmanlı görünürlüğünü ortadan kaldırmak için yıkım... Bunun tam olarak yapılamadığı yerlerde, Osmanlı görünürlüğünü örtecek, arkaplana düşürecek akıl ve estetik dışı müdahalelerle şehri çirkinleştirme...
Prizren Balkanlarda aslına en sadık kalan şehirlerden. Onu ilk nazarda küçük bir Bursa olarak görmek veya Amasya’ya benzetmek mümkün.
Şu Prizrenin eğri büğrü yolları...Bu Prizren türküsünün ikinci kıt’ası daha tanıdık bir yerden söz ediyor: “Şu Prizrenin buz gibi suları Maraş’tan geçer!”
Maraş Prizren’de bir yer, bir mahalle...
Prizren ise adeta Türkiye’de küçük bir şehir! Prizren bizim için öylesine tanıdık ve yakın. Şehrin ilk görünen kısımlarından içerilere doğru girildikçe bu tanıdıklık daha da pekişiyor. Yine de şehri gezmek, görmek onun içine girmek anlamına gelmiyor. İnsansız şehir gezisi dışardan bir tanıma sağlıyor sadece.
Bu defa şehrin içine girme fırsatımız oldu.
Planlamada ve programlarının icrasındaki tecrübesiyle Kültür Kervanı’nın aksamadan yol katetmesini sağlayan Fahri Tuna, daha yola çıkmadan, Mamuşa’da bir tanıdık aileye uğrak vermek ve Prizren’de bir başka eve misafir olmak konusunda beni iknaya çalıştı. Doğrusu bu cazip teklifleri ev sahiplerine yük olmamak ve kalabalık bir gruptan ayrılarak dikkat çekmemek için kabulden yana olmadım. Bir gece baskını şeklindeki Mamuşa ziyaretine gittiklerinde ben çoktan uyumuştum. Fakat ertesi gün kahvaltı için Seza beyle Şükran hanımın evlerine daveti red için mazeret bulamadım. Bekir Soysal, İbrahim Ulvi Yavuz, Cihat Zafer ve Enes Kala ile Fahri’nin peşine takılarak Pirizren’in eğri büğrü yollarını arşınlamaya başladık. Bir avluda eski Prizren evi...Siz deyin Bursa evi, ben deyim Safranbolu evi...Ve karşısında yeni yapılmış bir bina... Yeni ev eskisini saklıyor adeta...
Fahri, çifti tarif ederken “sofraları açık” demişti...Gördük ki gönülleri de açık... İki evlerinden birini misafirlere tahsis ederlermiş. Her ikisi de emekli sınıf/türkçe öğretmenleri imiş. Kendimizi gerçekten evimizde hissettik. Türkçenin aşinalığı yanında böreğin, çöreğin, kahvaltılıkların benzerliği ve güzelliği, hoş sohbet ortamı bizi Prizrenli yapmaya yetti. Böylece ilk defa Prizren’in derununa girmiş olduk.
İç tanıma, Balkan coğrafyasının bugünkü gerçekelerini kavrama anlamında da önemli. Ev sahiplerimizin üç çocuğu var, üçü de evli ve Avrupa ülkelerinde çalışıyorlar. Tatil için Prizren’e geliyorlar. Kesin dönüş yapacaklar mı? Orası belli değil...
Şu sıralar Balkan ülkeleri Avrupa’nın ucuz işgücü deposu. Avrupa Birliği’ne giren-girmeyen bütün Balkan ülkelerinde gençlerin gözü dışarıda. Balkanlarda şimdilerde geçici bir sükunet var. Fakat balkanlaştırılmış, yani küçük küçük devletçiklere ayrılmış bu coğrafyada istikrarı sağlamak, refahı artırmak hiç kolay değil. Balkan devletleri hava yollarında iç hatları olmayan devletler. Başkentlerindeki hava alanı sadece dışarı ile irtibatı sağlıyor, çünkü iç hat oluşturacak bir coğrafi büyüklükleri yok.
Balkanların ancak büyük bir bütünlük içinde bulunarak istikrara, refaha ulaşabileceği de görünmez değil. Geçmişte Osmanlı bu bütünlüğü kâmil manada sağlamıştı. Tito’nun Yugoslavyası da bütün Balkanları kapsamamakla beraber bugünkü durumla kıyaslanmayacak derecede başarılı idi.
Ev sahibemiz Şükran hanımla, Seza beye binaları seyretmenin ötesinde bir iç tanıma sağladıkları için müteşekkiriz. Gezilerimizde camilere girmek, cemaate dahil olmak bir yakınlık sağlıyor. Onun ötesinde tesir uyandıran bir mekân da tekkeler. Tekkeler iyi ki açık! Bu seyahatte Ohri’de ve Prizren’de halvetî tekkelerine uğrak verdik. Her iki tekke de üç asırlık varlıklarını sürdürüyorlar. Hele Pirizren’deki Saraçhane tekkesi, cümle kapısından avluya girdiğinizde sizi bir başka zamana götürüyor. Taşlık, kuyu, çeşme, şadırvan, fıskiye...Tekke müştemilatı...Hepsi olduğu gibi. Burada geçirdiğimiz zaman bir zikir meclisine tesadüf etmediği için tam manasıyla arzu ettiğimiz gibi değildi, ama yine de Prizren tasavvurumuzu derinleştiren ve güzelleştiren bir mekân olarak hafızamıza yerleşti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.