Abdurrahim Karakoç

Abdurrahim Karakoç

Deli olmak işten değildir

Deli olmak işten değildir

Kime sorsanız “ayranım beyaz” diyor...
Ah, beyaz olsa da şüphemiz kalmasa...
Kiminle dertleşseniz kendi derdini üstünüze boca ediyor, amma sizin derdiniz hep sizde kalıyor...
Hiç ummadığım, hiç yakıştırmadığım kişiler bile “Ergenekon” savunucusu çıktılar...
Hayret ki ne hayret!..
Bilgiç bilgiç soruyorlar.
“Yahu üç/beş bomba, beş/on tüfek ile sivil halak ihtilal/darbe mi yapabilir?
Yapar mı, yapamaz mı bilemeyiz...
Geçmişe doğru bir uzanırsak sivil halkın elindeki av tüfeklerini toplayanlar, toplatanlar korkak mıydı, gerçekten sivil halk o çakar-almazlarla sivil ihtilal yapacak güce sahipler miydi?
Hatırladınız değil mi?
Bırakınız pompalıları, otomatikleri, ağızdan dolma eski tip tüfekler bile toplatılmıştı...
Ne paranoyalar görmüştük biz zamanında...
Üç/beş bomba ve üç/beş silahla ihtilal olmaz diyenler haklıdır...
Yapamazlar!..
Amma ihtilale, ya da darbeye zemin hazırlanmaz mı bombalar patlatılarak?
Emekli askerler annelerinin evinde depo ettikleri silahlarla hırsız/polis oyunu mu oynayacaklardı?
Av tüfekleri toplanırken susanların bugün konuşma hakları var mı?
Hatırlayınız bakalım:
Polisin elindeki ağır silahlar hangi maksatla toplatılmıştı?
Devletin polisine devletin kendi eliyle teslim ettiği silahlardan korkanlardan korkulmaz mı?
VAKİT yazarı A. İhsan Karahasanoğlu 31 Ekim Cuma günü soruyor:
“Cumhurbaşkanı’na mı, çağırdıklarına mı kızalım?”
Yazı enfes bir yazı...
Fakat bana göre kızma hakkı yoktur sevgili Karahasanoğlu’nun...
Çünkü, Gül’ün bulunduğu Cumhurbaşkanlığı makamı Everest’in doruğundan daha yukarılarda...
O yüksekliğe tırmanmak ne kadar zor ve tehlikeli ise, oradan aşağı inmek bir o kadar daha zor ve korkutucu tehlike taşır...
Bizim en zayıf tarafımız herkesi kendimiz gibi bilmemizdir...
Halbuki öyle değil...
Bana, seçimlerde oy vermeyi kendi kendime yasaklatan sebebi izah etsem dahi lâyıkı vechile anlatamam...
Hangi kutlu yola çıktığımız arkadaşlarla beraberce son menzile varabildik ki?
Kimi “Yoruldum” der ayrılır...
Kimi “Herhalde yanlış yapıyor” akıllılığı ile kaytarır...
Kimi “Ben en mükemmeli buldum” diyerek oturur kalır... Hani Nasreddin Hoca eline sazı almış tıngırdatıyor, amma parmakları perdeler üzerinde gezmiyor... Hanımı, “Hoca hoca neden parmaklarını perdelerde gezdirmiyorsun” diye sorunca, Hoca hemen cevap verir:
“Bre hatun onlar benim parmaklarımın sabit kaldığı yeri arıyorlar... Oysa ben buldum... Niye kıpardatayım ki...”
Hiç kimseye kızmayınız sevgili Karahasanoğlu...
Kendi hüsnü niyetinize kızarsanız daha isabetli olur...
Zaten biz hep iyi niyetimizden dolayı kaybettik...
Amma ne güzel...
Kötü niyetlilerle kötülükler ikliminde beraber olmaktansa, yalnız kalmak bin defa makbuldür bence...
Sonra, bizim aklımız neye erer ki?
Bir sivilin önünde esas vaziyette put gibi duran generale hangi pencereden bakacağız?
Bakınca gerçeği görmemiz mümkün mü?
Şu da ayrı bir gerçek:
Cumhurbaşkanlığı makamına davet edilenlerin hiçbir kusuru yoktur... Demirel kendine mahsus saiklerle davet ederdi kişileri... Necdet Sezer başka saiklerle...
Abdullah Gül cennetten çıkıp gelmedi ki... Onun da hisleri, beklentileri vardır...
Aman ha hiç kızma... Bırak zamanı gelince kendi kendilerine kızsınlar...

Bir tuhaf zamandayız, her şey karmakarışık
Bakın toprak topraktan, su sudan şikâyetçi.
Doğru değil her doğru, ışık değil her ışık
Pusudaki avcılar pusudan şikâyetçi...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahim Karakoç Arşivi