Dinle barışmadan olmaz!
ABD'nin Merkezî Haber Alma Teşkilatı (CIA) eski üst düzey uzmanlarından Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Graham Fuller, Washington'da Jamestown Foundation adlı düşünce kuruluşunda düzenlenen "Gürcistan'dan sonra Türkiye ve Kafkasya" konulu konferansta; “Giderek çok kutuplu hâle gelen dünyada 'müttefik' kavramının tedavülden kalktığını belirterek, bu bağlamda Türkiye'nin artık ABD müttefiki olmadığını” söylemiş.
Önemli bir şey daha söylemiş Fuller: "Türkiye, yüzyıldan beri ilk defa büyük bir bölgesel güç haline geldi." (Zaman: 31 Ekim 2008)
Bu görüşü bu köşede biz de dillendirmiş, bu gerçeğe göre hareket edilmesi zaruretinin altını çizmiştik.
Türkiye kendi bölgesinde sözü dinlenen bir ülke artık. Suriye Cumhurbaşkanı ile Suudi Arabistan Kralı Türkiye'ye gelip ülkeler arası ilişkide yeni sayfalar açtılar. Türkiye'nin aday gösterdiği Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, İslâm Konferansı Örgütü'nün genel sekreteri seçildi. Türkiye Başbakanı daha önce hiç benzeri olmadık şekilde Arap Liderler Zirvesi'ne dâvet ediliyor, sözü önemseniyor, zirvede alınan kararlarda yönlendirici rol oynuyor. Bölge ülkeleri arasındaki temel sorunların siyasi çözümü için aracılık görevini üstleniyor.
Ortadoğu'da bunlar yaşanırken Kafkas ve Balkan bölgelerinde de proaktif siyaset izliyor. Kıbrıs meselesinde de önemli inisiyatifler aldı. "Komşularla sıfır problem" siyaseti meyvelerini vermeye başladı.
Dünyanın sorunlu bu bölgelerinin tam ortasında yer alan Türkiye, burada elde ettiği ağırlıkla dünya dengelerine de ağırlığını koymaya başlamıştır. Zira bu bölgelerdeki gelişmeler dünyadaki güç merkezlerini yakından ilgilendirir.
Küresel kapitalizmin finans mâbedleri çökmeye başladı. Yaşanan ekonomik kriz aşınmaya başlamış sistem krizinin görünen yüzü sadece. Sermaye Batı’dan Doğu’ya doğru kayıyor. Bu, medeniyet zeminin Batı’dan Doğu’ya doğru kaymaya başladığının da önemli bir işaretidir.
Türkiye’nin siyasi coğrafyası, bu kaymada önemini kaybetmiyor, aksine artıyor. Tahterevallinin denge unsuru ülke konumundadır zira. Çok kutuplu düzene geçmenin sancıları yaşanırken tüm güç merkezleri Türkiye'yi yanına çekmeye çalışıyor.
47 yıl sonra Türkiye, BM Güvenlik Konseyi'ne 2 yıllığına üye oldu, hem de aday ülkeler arasında en yüksek oyu alarak. Bu başarının yukarıdaki gelişmelerle yakînen ilişkisi bir sır değil elbet.
Kendi bölgesinde oyun kurucu bir güç hâline gelirken küresel çapta da etkinliğini her geçen gün artırıyor. Türkiye'nin elde ettiği bu önemini hem pekiştirmesi hem de küresel çapta daha uzun ömürlü açılımlar geliştirmesi elzemdir. Kendisinin ve bölgesinin maslahatları, bunu, tarihî bir görev olarak omuzlarına yüklemektedir..
Lâkin, projektörü ülke içi yaşananlara tuttuğumuzda, maalesef iştahımız kaçıyor. Acaba Fuller'in de yaptığı "Türkiye, yüzyıldan beri ilk defa büyük bir bölgesel güç haline geldi" tesbitinin mazmununu ıskalayacak mıyız diye. Kendi evini gerektiği gibi düzene sokamayan bir ülke, kısa sürede binbir emekle kazandığı önemini kaybeder, güç merkezlerinin mücadele alanına dönüşür.
Çok açık söylüyorum, "Türkiye'de dinin toplumsal rolünün ne olacağı ile Kürt meselesi" sadra şifa bir çözüme kavuşturulmadan, bu ülke, istikrarlı bir şekilde büyüyemez, önemini artıramaz. Kısır bir döngü içinde toplum kamplara bölünür, ülkenin potansiyel enerjisi toprağa verilir. Sistem, içine girilen yeni yerel ve küresel konjonktürü inkâr ederse değişen dünya dengelerinde büyük bir fırsatı heba eder, bunu herkesin görmesi lâzım.
Halkın kahir ekseriyetinin İslâm'la bir sorunu yok, ama kendisini sistemin sahibi gören bürokratik oligarşi, akla ziyan tasarruflarda bulunuyor. 85 yılın bir dökümünü yapmaya bile gerek yok. Sadece son cumhursuz kutlanan Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine bir göz atmak da yeter.
Bir cumhuriyet kutlamasında başörtülü hanımlara yönelik sergilenen hazımsızlıklarla dolu medya haberleri. Ordu başörtüsü ile uğraşıyor, yargı başörtüsüyle uğraşıyor, medya başörtüsüyle uğraşıyor, bürokrasi ve hatta Ergenekon çetesi başörtüsüyle uğraşıyor. "Bu ülkenin derin aklı nereye gitti?" diye sormadan edemiyor insan.
İslâm Konferansı Örgütü'nün başına bir Türkü geçirmişsiniz, adı üstünde aynı dini paylaşan ülkelerin birliği. "Medeniyetler İttifakı" projesini İslâm medeniyeti adına ortaya koymuşsunuz. Dünkü Osmanlı coğrafyasına, o coğrafyanın birleştiren gücü dinî ruhla gidiyorsunuz. Ülke içinde ise dini bir tehdit unsuru olarak göreceksiniz. İş mi şimdi bu?
İslâm'la ilişkilerini düzeltemeyen bir sistem ne Osmanlı hinterlandına açılabilir, ne de devlet ve toplum arasındaki gerginliği sona erdirebilir. Kürt meselesini de sittin sene kalsa çözemez. Yüzyılda bir ele geçen fırsatı kimsenin elinin tersiyle itmeye hakkı olmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.