Eski eserlerimizi koruyalım
Dyojen’e sormuşlar: “Sen mi daha değerli bir alimsin, yoksa Eflatun’mu?”
Diyojen: “Ben, un gibiyim, Eflatun, altın gibidir” demiş.
Açıklamasını kendisinden duymadığımız için neyi kastettiğini bilmemiz mümkün değil.
Herkes kendi kültürü oranında anlamaya devam eder.
“Ben, un gibi, insanların her gün ihtiyacı olduğu şeyleri söylerim.
Eflatun ise, çok az insanın konuşacağı, anlayacağı şeyleri söyler.
İnsanlar altınsız yaşarlar ama ekmeksiz yaşayamazlar anlamında söylerken övmüş de olabilir, aşağılamış da olabilir.
İçini göremediğimize göre onun adına bir şey söylemek doğru olmaz.
Fuad Sezgin merhumun bütün eserlerinden birer takım, bütün üniversite kitaplıklarına, il ve ilçelerdeki halk kütüphanelerine birer takım kütüphane raflarına kayıtlı olarak koyulmalı.
Okuyup anlayacak çok az insan olacak ama bu eserler beş yüz yıl sonrasına bile faydalı olacak veya onu da aşacak insanlara öncülük yapacak.
Bir senedir yazmak isteyip de yazamadığım bir konuyu Fuad beyin vesilesi ile yazayım:
Konya’da “Bozkırlı hoca” diye bilinen Konya vaizi Mustafa Parlaktürk, Konya’da, şahıs olarak en büyük kütüphaneye sahipti.
Okumadığı kitabı, kütüphanesine koymazdı.
Hangi konuda bize bir şey söylese hemen kalkar, kitabın beşinci cildini açar ve gösterirdi.
Vefat edince Konya Belediyesi teslim aldı ev kütüphaneyi halka açtı.
O değerli hocamdan dinlemiştim: “Buhari’nin Sahih’i Abdülhamit döneminde basıldı. Baskı makinalarının basımıyla bugüne kadar bütün baskılarda Buhari’nin Sahihinin baskılarında muhakkak kelime, harf ve hareke hataları bulunurken, İstanbul baskısında bir tek hareke hatası dahi yok.
Mehmet Zihni Efendi nasıl yapmışsa yapmış ve tek hata olmadan bu baskıyı tamamlamış.
Hicri ikinci, asırdan beşinci asra kadar yazılan eserlerin ilk baskıları ile son baskıları arasında kasıtlı veya kasıtsız birçok hatalar tespit ettim. En değerli eserlerimize baskı esnasında çok yanlış manalara gelecek hatalar yapmışlar veya yaptırmışlar” demişti.
Onun için “Mektebetü Şamile/Maktabah Shamilah var. Yüz bin cildi bilgisayarımda taşıyorum. Artık kitaplara ihtiyaç kalmadı” demeyelim.
Google’dan, Facebooklardan yararlanalım ama kaynak olarak almayalım.
Orada okuduğunuz ayeti bile sure ve ayet numarasını aldıktan sonra muhakkak Kur’an-ı Kerim’i açarak orada görmeden yazmayalım ve konuşmayalım.
Tefsir, hadis, fıkıh, İslam tarihi…. Gibi eserlerimizin yüzde sekseni bu günlerde Beyrut’ta Almanlar tarafından basılmakta.
Kasıtlı yapılan yanlışlar olduğu gibi, kitabı ve içeriğini bilmeyen on parmak bilgisayarcıların dizdiği, konuyu bilmeyenlerin yaptığı tashihlerle eserler bir kuşa çevrilmekte.
Onun için 1800 yılından harf inkılabına kadarki zamanda İstanbul ve Mısır’da basılan İslami eserlerin de korunmasına da dikkat edelim.
Yeni baskılara birinci derecede elyazmaları, ikinci derecede hatasız veya en az hatayla basılmış eserler kaynaklık yapacaklar.
Bilgisayarımda Mektebetü Şamile var.
Kütüphanemden uzakta kaldığım zamanlarda aynı hadisi bir kaç ayrı baskıda görmeden kopyala yapıştır yapmam.
Kütüphanemde olduğum vakitlerde basılı esere de bakarak kopyala yapıştır tarafına giderim.
Evinde eski eser olanlar, en yakın şehir kütüphanesine, fakülte veya üniversite varsa oranın kütüphanesine, isterlerse satsınlar, isterlerse hediye etsinler.
İlgi alanlarına göre imam-hatip, sanat, ticaret, düz lise kütüphanelerine versinler.
Mutlaka kurum olmasına dikkat etsinler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.