Hakka Sahip Çıkınız
Biliyorum; kimse eleştiriden hoşlanmaz. Ama onsuz da hayat olmaz. Yalan, dolan, iftira, alay, aşağılama olmadan yapılan eleştirilere mecburen katlanacağız. Haklı eleştirilerden faydalanacak ve yapanlara teşekkür edeceğiz. Değillerse, yanlışlarını gösterecek, doğrularımızı savunacağız. Bunu yapamıyorsak, biz de gururlu ve kibirli zalimlerden olmuşuz demektir. Allah kurtarsın!
Müslüman, hakkı savunur. Hakkı tavsiye eder. Yanlışa karşı çıkar. Bu uğurda gelecek bela ve sıkıntılara sabreder, dayanır ve davasında direnir. Bunları yapamıyorsa hiç olmazsa susar. Asla hataya, zulme, günaha, kötülüğe sahip çıkmaz. Bahane ne olursa olsun…
Ama gel gör ki herkesin bildiği bu gerçekleri biz bugün kendini mücahit gören, kraldan çok kralcılara anlatamıyoruz. Hakkı haykırdığımız zaman yıllardır dersimizi dinleyenler bile feveran ediyor, bizi akla hayale gelmez ayıplarla itham ederek suçluyorlar.
Bu nasıl bir fitnedir böyle?
* * *
Yıllardır "hocalar dünyaya karışmaz. Siyasete karışmaz" diye bizi avuttular. Siyasete karışanlar hep dini bilmeyenler olsun istediler. Masonlar, sosyalistler, Batıcılar olsun istediler. Rahmetli Erbakan çıktı, bu fikri çöpe attı. Partisini kurdu ve dindarları siyasete davet etti. Hatta buna cihat dedi. Dindarlar uyandı, teşkilatlandı, kısmen de olsa yönetime geldiler.
Biz bunu haklı gördük ve destekledik. Ancak şunu da söyledik: Âlimlerin bir kısmı siyaset yapsa da, davet ve tebliğ içinde olan alimler ondan uzak dursunlar ki davetleri particilik sanılmasın. Din ile siyaset karışmasın. Birbirlerini sevsinler ve desteklesinler ama iç içe olmasınlar. Bunun gerekçelerini “İslam Davası” kitabımızda anlattık. “Laik Sistemde İslâmî Siyaset Sorunu” kitabımızda da konuyu genişçe işledik.
Evet, dün merhum Necmettin Erbakan ile bugün de Recep Tayyip Erdoğan ile dindarlar devlet ve siyasette azımsanamayacak bir hayli yol aldılar. Çok güzel şeyler oldu.
Daha da olacak inşallah. Olmalı da. Biz millet olarak, âlimler ve aydınlar olarak daha çok ihtiyaçlarımızı söylemeli, sorunlarımızı dillendirmeli, haklarımızı istemeliyiz. İcraatları denetlemeli, iş başındakileri kontrol etmeliyiz. İyilik gördüğümüzde teşekkür etmeli, ihmalkârlıkları uyarmalı, yanlışlara dur demeliyiz. Eleştiri budur; hakaret etmeden iyiliği takdir, kötülüğü yermedir, hayra teşviktir, şerden sakındırmadır.
İyi ama şimdi bunu yapabiliyor muyuz?
Yaptığımızda kim karşımıza çıkıyor?
Sözde kendi insanımız. Hem de ne hakaretlerle…
* * *
Hükümetin veya belediyenin bir icraatını, bir ihmalini, bir yanlışını eleştirdiğinizde, dün masonların, farmasonların, laikçilerin dediği zırva ile bu sefer sözde dindar, muhafazakar insanlar karşınıza çıkıyor.
Neymiş?
Hocalar siyasete karışmazmış!
Kim demiş bunu?
Dini bilmeyen cahiller, hocanın vazifesini de bilmez elbette ve utanmadan hocalara hocalık öğretmeye kalkışır, arlanmadan akıl ve nasihat verme usul ve edepsizliğine girişirler.
Edep yâ hu!..
* * *
Hocaların vazifesi çoktur. Bunları “Alimin Önderliği” kitabımızda yazmıştık. Bir vazifeleri de devlet ve toplumu murakabe edip denetlemektir. Yöneticiler karşısında halkın eli, dili, gözü kulağı olmaktır. Bunu bilmeyenler öğrensin de artık hocalara hocalık öğretme hadsizliğinden vaz geçsinler. Çok ayıp oluyor.
Şimdi bazıları bizim yöneticilerden söz verilen ama zamanında yapılmayan bazı hizmetleri talep etmemizi eleştiriyorlar. Teşekkür edecek yerde hem de.
Neymiş?
Dindar, muhafazakâr yöneticiler yıpratılmamalıymış... Ak Parti’ye ihtiyaç varmış, vatan millet tehlikedeymiş, her ne kusur işlese de görmezlikten gelinmeliymiş. Eleştirip yıpratılmamalıymış…
Bu bir cehalettir ve Ak Partiye en çok zararı bu düşünce verir. Dost acı söyler ama doğru söyler. Yağcılara, dalkavuklara kulak asanlar, doğru sözlü dostlarını küstürenler, bir gün gümbür gümbür yıkılırlarsa, bu cahil dalkavuklar yüzünden olacaktır.
* * *
Her parti hizmet için vardır. Ak Parti de öyledir. İşini iyi yaparsa, beğenilir ve iktidarını devam ettirir. Beğenilmezse, elbette yerini bir başkasına devretmek durumunda kalır. İyi de, hükümet veya belediyeler, verdikleri sözü zamanında yaparlarsa, halk bundan memnun olur, sevilir, övülür, teşekkür ve dua edilir. Haliyle kötü eleştiriden de kurtulurlar.
Onlar da öyle yapsınlar da kendilerini eleştirmeye fırsat vermesinler, mecbur etmesinler, olmaz mı?
Şu işe bak: Asıl vazifesini zamanında yapmayan ve bu yüzden suçlu olanı görme, uyaranı suçlu ilan et. Bunun, yağcılardan ve dalkavuklardan başka kime ne faydası vardır?
* * *
Cehalete bakar mısınız? Çalışmayarak, tembellik yaparak, danışmayarak, yanlış yaparak herkesin umut bağladığı bir davayı ve imkânı insanların gözünden düşürenler, iş başına gelip de görevini hakkıyla yapmayanlar mıdır, yoksa bunları nazik ve kibarca dile getirip uyaranlar, haklarının zamanında verilmesini talep ve takip edenler midir?
Bunu bile anlamayan kafalardan ne beklenir?
Bir komik suçlama daha var. Ama yazı uzadı, fikrimi değiştirmezsem onu da gelecek yazıya bırakalım inşallah.