İtinayla sahte tarih yazılır
Geçen haftaki “Cumartesi Yazısı”nda iki tür tarih yazımından söz etmiştik: “Biri, belirli bir alanda veya belirli bir konuda elde mevcut bulunan bilgilere/belgelere bakarak bunlardan bir sonuç çıkarmak. İkincisi, belirli bir konuda belirli bir tezi doğrulayacak bilgi/belge arayıp bunları ortaya koymak.”
Özellikle Sultan Abdülhamid’e ve Atatürk’e ilişkin yayınları bu bağlamda değerlendirmeye çalışmıştık. Bu arada “Sultan Hamid’in hatıratında Atatürk” konusunun daha çok “Atatürk’ün büyüklüğünü Atatürk karşıtlarının sembol ismine bile onaylatan bu ürün…” mesajıyla müşteri çekme girişiminden ibaret gibi göründüğünü söyleyip Abdülhamid’e izafe edilen “sahte” hatırat meselesine haftaya değinme sözü vermiştik.
Hemen konuya girecek olursak, Sultan Hamid’in kendi kaleme aldığı bir hatıratın mevcut olmadığı konusunda tarihçiler uzun zamandır hemfikir. Bu konuda detaya girmeye fazla gerek yok. Detayları merak edenlere meseleyi bütün yönleriyle ele alıp sonuca ulaştırmış iki makaleyi önerebilirim. Bunlardan ilki Ali Birinci’nin 2005’de “Divan” dergisinde çıkan “Sultan Abdülhamid’in Hâtıra Defteri Meselesi” başlıklı makalesi. Diğeri ise Y. Hakan Erdem’in 2008’de yayımladığı “Tarih-lenk” isimli eserinde yer alan “Hatırladıkça hatırlayası gelen Abdülhamid” başlıklı metin. Sözde hatıratın içerik eleştirisini de yapan bu ikincisi ayrıca üslubu ve ironisi itibarıyla “metin keyfi” adına da okunabilir.
Özetleyecek olursak… İlk olarak Süleyman Nazif’in kaleminden çıktığı anlaşılan bir metin var. Daha sonra İsmet Bozdağ değme edebi eserlere taş çıkartan “hakanın defterinin bulunuş öyküsü” başta olmak üzere birtakım “yeni ilavelerle” bu metni iki üç katına çıkartıyor. Hatta sonraki baskılarda Abdülhamid’in el yazısıyla kaleme alınmış sayfaların fotoğrafı da “bulunup” koyuluyor kitaba. (Bu elyazılı “orijinal” sayfaları kaligrafiyle uğraşan emekli bir subayın ücreti mukabilinde imal ettiği söyleniyor.)
***
İşte bu sahte hatırattaki parçalardan birinin geçenlerde çıkan Atatürkle ilgili popüler yayınlardan birinde yer alması bazı kesimlerde heyecana sebep oldu. Çünkü sözkonusu metne bakılırsa Abdülhamid de Mustafa Kemal’e hayranmış!
Galiba Atatürk’ün tarihi bir kişilik olarak önemini yeterince ifade eden eylemleri ve başarıları Atatürkçülere yetmiyor olmalı ki Sultan Hamid’in ağzından da bunları bize duyurmak ve bizi ikna etmek istiyorlar!
İsmet Bozdağ’ın hatırat metnine göre Sultan Hamid Çanakkale Zaferini kastederek “Bu büyük zaferi Mustafa Kemal adında bir miralay kazandı” diyor. Hatta şunu da söylüyor: “Çanakkale’de İngiltere ve Fransa gibi iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu. Yüz geri etti.”
Eski padişahın Mustafa Kemal’in adını duymuş olması muhtemeldir. Genç yarbayın özellikle Anafartalar’daki başarıları o günlerde İstanbul matbuatına da konu olmuştu. Ama devleti 30 sene tek başına yönetmiş olan bir padişahın Çanakkale Zaferini bir yarbayın kazandığını düşünmesi pek makul görünmüyor. Üstelik “iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu” diyerek hem kara hem de deniz savaşlarında kazanılan zaferin payesinin bu genç subaya verilmesi Cumhuriyet devrindeki resmi tarih yazımının icadıdır. Mustafa Kemal Çanakkale’de yarbay (kaymakam) rütbesindeydi, savaşın sonlarında albay (miralay) oldu. Askeri hiyerarşideki konumu da savaşın stratejik planlamasındaki rolü de zaferin sahibi olarak gösterilmesine yeterli olmasa gerek.
Dahası, eski padişahın “Bir defasında Beylerbeyine geldiğinde bana haber verdiler. Sırtında bir pelerin vardı. Sıradan askerlere benzemiyordu. Sıra dışı bir sükunete sahipti. Enver Paşa’nın o zaman neden bu adamdan çekindiğini anladım” gibi çocukça bir cümle kurmuş olmasına ihtimal vermek de zor.
***
Tarih yazımının ikinci türü olarak gösterip “belirli bir konuda belirli bir tezi doğrulayacak bilgi/belge arayıp bunları ortaya koymak” diye tarif ettiğimiz yöntem yeterli bilgi belge bulamayınca bunları imal etmeye yönelebiliyor. Böylece sahte metinler ortaya çıkıyor. Bu sahte metinler bazen hatırat bazen mektup bazen de resmi doküman kılığında olabiliyor. Sözgelimi Ermeni soykırım iddialarını desteklemek için geçen yüz yıl boyunca bu neviden birçok sahte belge üretimi yapıldığını biliyoruz. En başta akla gelen örnek sahte “Talat Paşa Telgrafları”dır. Aram Andonyan isimli bir yazarın yayınladığı kitapta Naim Bey isimli bir Osmanlı memurundan alındığı söylenen “bütün Ermenileri kadın çocuk ayırmadan öldürün” mealinde telgraf metinlerine yer verilir. Şinasi Orel ve Süreyya Yuca’nın uzun zaman önce “Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü” adıyla yayımlanan çalışmalarında söz konusu telgrafların sahte olduğu kesin olarak kanıtlanmış bulunuyor.
Benzetmek gibi olmasın, Abdülhamid’in hatıratı da böyle bir üretim gibi görünüyor. Yani yakın tarihe ilişkin birtakım siyasi/ideolojik yaklaşımların doğruluğunu gösterebilmek için padişahın ağzından bir takım “hakikat”lerin ifade edilmesine ihtiyaç duyulması asıl motivasyon. Gerçi aynı şeyler bugün televizyondaki dizilerde de yapılıyor ama hiç değilse dizide görüp işittiklerimizin kurmaca olduğunu biliyoruz. (En azından bir kısmımız biliyoruz!)
Bunlar belki de iyiniyetle yapılan işler. Geçmiş asırlarda aynı şekilde “doğru” olduğuna inandıkları birtakım yaklaşımları herkese kabul ettirebilmek için peygamber adına -hem de Allah’ın rızasını umarak- hadis uyduran kişiler olduğunu unutmayalım.
Ama işin ticari boyutu da var. Bu işlere kalkışan kişilerin bir bölümünün meseleye sadece tiraj ve satış konusu olarak baktıkları ortada. Ama zaten onların da suiistimal ettikleri zaafımız politik/ideolojik katılıklarımızın gözümüzü gerçeklere kapatması.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.