Binali Yıldırım'ın şansı!
AK Parti’nin İstanbul’a belediye başkan adayı olarak Binali Yıldırım’ı göstermesi çoğunlukla “iyi bir hamle” olarak değerlendirildi, hatta Meclis Başkanı için “iktidar kanadının en büyük silahı” yorumu yapıldı, İstanbul’un böylece “garantiye alındığı” bile söylendi…
Yıldırım’ın “icraatçı” özelliği, “pragmatik” kişiliği ve “devlet tecrübesi” bu yarışta en önemli artıları… Gelgelelim bütün bu vasıflara sahip bir siyasetçinin Meclis başkanlığı görevini bırakmaksızın, daha doğrusu Meclis Başkanı şapkasıyla bu yarışa girmesi eleştirilere ve istifhamlara yol açtı.
Meclis başkanları bizim anayasamıza göre “Meclis içinde ve dışında siyasi parti faaliyetlerine katılamazlar.” Anayasanın 94. maddesinin hükmü yeterince açık ama AK Partililer Siyasi Partiler Kanunu’nun 24. maddesindeki “yeniden milletvekili adayı olmaya ilişkin faaliyetleri bu hükmün dışındadır” istisnasının burada da geçerli olacağını ileri sürüyorlar. Muhalefete göre ise kanun yalnızca milletvekili seçimlerine ilişkin bir istisna getirdiği için burada hüküm kaynağı olamaz. Dolayısıyla bu meselede anayasanın açık emri esas alınmak zorunda.
Buradan yola çıkarak konuyu Yıldırım’ın adaylığının geçersiz olduğunu söylemeye kadar vardırıyor muhalifler. Hatta seçilirse mazbata alamayacağı için Yıldırım’ın yerine bir başka AK Partili’nin hazırlandığı gibi komplo teorileri üretilip yayılıyor… CHP’li Özgür Özel dün bu iddiayı seslendirerek Yıldırım’ın bu yüzden meclis başkanlığından istifa etmediğini ileri sürdü.
Bana sorarsanız, akla mantığa uyan bir tarafı yok ama böylesi söylentilerin ortaya çıkmasına AK Parti adayının tutumunun yol açtığı ortada. Şu sorunun cevabı yok çünkü: Madem ki sayın Yıldırım üç ay sonra belediye başkanı seçildiğinde bugünkü görevini bırakacak neden bunu şimdi yaparak bütün vaktini seçim kampanyasına hasretmiyor?
***
Keza bu konudaki hukuki itirazların haklı olup olmadığına karar vermek bizim işimiz değil ama ortadaki yasal karışıklığın temelinde de Meclis Başkanı’nın görevinden ayrılmadan seçim kampanyası başlatmasının ve seçilinceye kadar mevcut görevinden ayrılmayacağını açıklamasının yattığını söylemek durumundayız.
Üstelik Binali Yıldırım’ın kendi lehine değil bu görüntü. Çünkü bu görüntünün en basit yorumu AK Parti adayının “ne olur ne olmaz, seçimi kazanamazsam eldeki koltuğu da kaybetmeyeyim” diye hesap yaptığı algısına yol açar. Bunun kendi parti tabanı üzerindeki psikolojik etkisi hiç de olumlu olmaz.
Bir yandan, AK Parti’nin Yıldırım’ı aday göstererek “İstanbul’u garantilediği” yorumları… öbür tarafta “Yıldırım’ın kendisi bile kazanacağına inanmıyor. Bu yüzden anayasayı çiğneme pahasına mevcut koltuğunu korumaya çalışıyor” yorumları… Birbiriyle çatışan iki zıt algı… Üstelik her ikisinin kaynağında iktidarın kendisi var. Anlaşılır gibi değil…
***
Diğer yandan, AK Parti adayı Yıldırım’ın adaylığına ilişkin tek problem, kendisinin bile seçimi kazanma ümidi taşımadığına ilişkin bir algının rakiplerinin elini güçlendirmesi değil. Meclis Başkanı’nın seçim kampanyasını bu şapkasıyla yürütmesi, mesela yanında vali ve emniyet müdürüyle programlara katılması da aleyhinde bir hava oluşturuyor aslında. Sanki “devlet adına” geçici bir görevle İstanbul’a gelmiş de buradaki vaktini doldurunca hemen Ankara’ya dönmeyi bekleyen bir siyasetçi gibi görünüyor. İstanbul belediye başkanlığını çok da önemsemeyen, zaten bu şehrin problemleri konusunda herhangi bir yeni öneri de ortaya koymayan, özgün bir vizyonla İstanbulluların karşısına çıkmayan bir aday profili çiziyor Binali Yıldırım. Dostları bunları kendisine söylüyorlar mıdır bilmiyorum ama “dost acı söyler” diye biliyorum…
Buna karşılık, Binali Bey elbette “Ulaştırma Bakanlığı, Başbakanlık ve Meclis başkanlığı yapmış ve üstelik son seçimde yüzde 52 oy almış ittifakın adayı olan biri dururken başka kime oy verecek ki İstanbul?!” şeklinde bir düşünceye kendisini kaptırmayacak kadar siyaset tecrübesine sahip bir kişi. Öyleyse bu kadar rahatlık niye?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.