Peki, Venezuela başarabilir mi?
Dünyaca ünlü ekonomi bilginimiz Daron Acemoğlu’nun Amerikalı meslektaşı James Robinson ile birlikte kaleme aldığı ve “neden bazı milletler zenginken bazıları yoksuldur” sorusuna özgün ve ilham verici bir cevap seti sunan “Niçin Bazı Milletler Başaramıyor” (Türkçeye “Ulusların Düşüşü” başlığıyla çevrildi) kitabı çarpıcı bir mukayese tablosuyla açılır:
“Nogales şehri bir çitle tam ortadan ikiye bölünmüştür. Bu çitin olduğu yerden kuzeye doğru bakarsanız ABD’nin Arizona eyaletine bağlı Nogales şehrini görürsünüz. Burada hane başı ortalama yıllık gelir 30 bin dolar civarındadır. Gençlerin çoğu okula gitmektedir ve yetişkinlerin çoğu lise mezunudur. ABD sağlık sistemindeki eksiklere ilişkin onca şikâyete rağmen halk genel olarak sağlıklıdır. 65 yaş üzerinde olanlar şehir nüfusunun geniş bir kesimini oluşturmaktadır ve bu kişiler devletin yaşlılara sağladığı ücretsiz sağlık sigortası kapsamındadırlar. Devletin buradaki insanlara sunduğu elektrik, telefon, kanalizasyon, şehirlerarası yol şebekesi, genel sağlık sistemi gibi hizmetler arasında hukuk ve güvenlik de vardır. İnsanlar can ve mal güvenliği endişesi olmaksızın günlük işlerini sürdürürler... Demokrasi de hayatlarının sıradan bir parçasıdır. İsterlerse seçimlerde valilerini, milletvekili ve senatörlerini değiştirebilirler…”
Bir de Nogales şehrinin öbür yarısı vardır. Şehrin 150 yıl önceki sınır düzenlemesiyle Meksika sınırları içinde kalmış olan kısmındaki durum ise (özetleyerek çeviriyorum) şöyledir:
“Şehri ikiye bölen çitin birkaç metre güneyinde hayat epeyce farklıdır. Her ne kadar Meksika’nın nispeten daha müreffeh bir bölgesinde yer alıyor olsa da Nogales şehrinin bu yarısında ortalama gelir kuzey yarısındakinin üçte biri kadardır. Yetişkinlerini çoğunun lise diploması yoktur ve birçok genç okula gitmemektedir. Çocuk ölümlerindeki yüksek oranlar anneleri tedirgin etmektedir. Yetersiz sağlık hizmetleri kuzey komşuları kadar uzun yaşamalarına imkân vermemektedir. Kamu imkanlarının birçoğundan da faydalanamamaktadırlar: Çitin güneyindeki otoyollar kötü durumdadır, hukuk ve güvenlik daha da kötü durumdadır. Suç oranları yüksektir, bir işyeri açmak risklidir. Sadece soygun korkusundan dolayı değil, gerekli izinleri almak için bütün görevlilere rüşvet dağıtmak kolay bir iş değildir…”
***
Alıntı biraz uzun oldu ama kitabın girişindeki bu kısım aslında birkaç yüz sayfalık eserin özeti. Acemoğlu-Robinson’ın çalışmasından önce “neden bazı milletler zenginken bazıları yoksuldur” sorusuna cevap arayan bilim adamları ve düşünürler bu konuda ya coğrafyanın öneminin altını çizmişler, ya ekonomik gelişmeyi iklim şartlarına bağlamışlar, ya kültürel ve hatta etnik özelliklerin burada rol oynadığını ileri sürmüşler ya da din ve mezheple açıklamışlardır.
Oysa iki Nogales’e baktığınızda burada aynı coğrafyanın, aynı iklim şartlarının, aynı kültürel muhitin, aynı dili konuşan aynı etnik kimliğin ve aynı dinin aynı mezhebinin mensuplarının iki ayrı siyasi düzen ve hukuk sistemi içinde yaşadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla yazarlar toplumların zenginlik ve yoksulluğunu o ülkede cari bulunan siyasi düzen ve hukuk sistemine bağlamayı öneriyorlar bize.
Bu noktada bir ülkedeki yönetim anlayışının “kapsayıcı” mı yoksa “dışlayıcı” mı olduğu önem kazanıyor yazarlara göre. Milletler arasındaki eşitsizlikleri coğrafyanın, iklimin ve kültürün belirleyiciliğinden ziyade toplumların “kapsayıcı” kurumsal yapılar oluşturabilme kabiliyetine sahip olup olmamasına bağlıyorlar.
“Why Nations Fail” (Niçin [Bazı] Milletler Başaramıyor) kitabında Nogales şehrinin iki yakası gibi başka çok sayıda örnek üzerinden savunulan bu teze göre toplumun bütününü kapsayıcı nitelikte ekonomik ve siyasi kurumlara sahip olan milletler başarıyor, kurumları kapsayıcı olmayan milletler ise başaramıyor.
Söz gelimi bir ülkede belirli alanlarda faaliyet yapma imkânı belirli bir azınlığın elindeyse, yasa ve kurallar herkes için geçerli değilse, imtiyazlı kişilerin varlığı veya ayrımcılık söz konusu ise burada siyasi yapı kapsayıcı (inclusive) değil, dışlayıcı (extractive) nitelik taşıyor demektir. Böyle bir ülkede ekonomik gelişmenin sürdürülebilir olmasını sağlamak mümkün olmaz. Çünkü bu durumda en azından toplumsal kaynaklarınızın bütününü ekonomik gelişmeye ortak etmemiş olursunuz. Ekonominiz sağlıklı bir yapıda olmayınca diğer sahalarda da güç ve etki sahibi olamazsınız.
Aslında bir devleti devlet yapan prensiplerin ifadesi “Why Nations Fail”in tezi. Atalarımız “adalet mülkün temelidir” dedikleri, bizim “hukukun üstünlüğü” dediğimiz temel kural.
Daha açık anlatmak gerekirse, toplumun üretken olabilmesi ve refaha ulaşabilmesi için işleyişini devletin, yani siyaset kurumunun sağlaması gereken bir hukuki düzene ve bağımsız kurumlara ihtiyaç var. Siyasetin üzerine düşen görev ise rasyonel gerekçelerle oluşturulan kuralların keyfî sebeplerle dışına çıkılmamasını ve bu kuralların her durumda ve herkes için geçerliğinin temininden ibaret.
Ama belki de toplumsal kültürün de etkisiyle birçok ülkede siyaset kurumu yozlaşmanın etkisinde kalıyor. Çünkü toplumun tamamının değil, belli bir kesitinin çıkarları esas alındığında kurallar işlemiyor, kurumlar çalıştırılmıyor. Yolsuzluğu, rüşveti, adam kayırmayı bir yana bırakın. Yalnızca “liyakat bazında bir istihdam politikası” uygulanmıyorsa bile gerisi zaten çorap söküğü gibi geliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.