Bir yiğit Tüyap'a gitse...

Bir yiğit Tüyap'a gitse...

Amerikan düvel-i müttehîdesi'nin yeni başkanı Barack Hüseyin Obama'yı tebrik ederim.

Zaten bir ben kalmıştım; daha doğrusu "Mustâfendi" filmi ve Mehdî-i zemân Obama hakkında şu âna değin tek satır olsun lehte-aleyhte bir görüş dermeyân etmeyip herkesin sırılsıklam ıslandığı bir yağmurda inatla şemsiye açarak kupkuru kalabilen köşeci esnafı meyânında bir ben kalmış idim. Bu mânidar ketumiyetimin gerek dâhili ve gerek Atlantik ötesi mahfillerde ne derece gergin bir intizâra yol açabileceğini azbuçuk tahmin ediyorum. O esnâlarda bu satırların yazarı, kitapsever halkımızın kendini, târifi muhâl bir azîmle telef ettirdiği Tüyap nâm çılgın fuarın mahşerden tablolar gösteren herc ü mercinde çıkış kapısını bulabilmek için esâtirî, dâsıtânî ve hamâsî bir gayret içinde idi.

İmdi bu yazıda Obama ve Mustafa lâfızları kerrât ile zikrolunduğuna göre dahilî ve hâricî muhitleri bir miktar olsun tesellîbahş edebildiğim ümmidindeyim. Herkes sâkin olsun; ben bu fâsıladan istifâde ile sizleri Tüyap hakkındaki tahassüs ve intibâlarımdan haberdar etmek isterim.

Efendim Bu Tüyap mevzuu, esâsen Genel Yayın Müdürümüz Ekrem Dumanlı'nın, genişletilmiş mûtad pazartesi toplantısında müdür ve editör takımını, "Tüyap'a gittiniz mi, Mustafa'yı gördünüz mü?" şeklinde esaslı bir sûrette sigâya çekmesi olmuştur. Hâzirûn, "elbette Tüyap'a gittik, Mustafa'yı da seyrettik; esasen biz fuar fuar dolaşıp, arada kalan boş vakitlerde de sinemaya gittikten sonra bir aralar gazeteye uğruyoruz" demek yerine, mânidar bir suçluluk hissiyle önlerindeki not kâğıtlarını karalamayı tercih edince bu durumdan vazife çıkarmak lüzumunu hissettim. Hafta ortası bir günde, "gidip dönmemek, gelip görmemek var" diye evlâd ü ayâlimle vedâlaşıp, hanımın elime tutuşturduğu yolluk paketini der-çanta ettikten sonra Tüyap yollarına düştüm. Manzara-i umumiye kısaca şudur:

1- Tüyap'a gitmek içün göze aldığınız zahmet ve eziyetin yarısıyla her İstanbullu (!), rahatlıkla memleketine gidip bir sılâ-i rahim yapabilir. Dünyanın yolu! Yanınıza yağmurluk, battaniye, şemsiye, yedek çamaşır ve yolluk nevâle almanızda büyük fayda görürüm şahsen.

2- Duhuliye 5 lira! Bu 5 lira neyin vergisidir hâlâ anlayabilmiş değilim; bana kalırsa, "ey kitap dostları; size bu eziyet müstehaktır vergisi" olması kuvvetle muhtemeldir. Basın mensupları içeriye bilâbedel girdiği için halkımızın çilesini göremiyor.

3- Bunca zahmete mukabil, kitapları da -dikkat buyrunuz- parayla satıyorlar; oysaki ben, "galiba bunca meşakkatten sonra bedava kitap dağıtıyorlardır" diye düşünmüştüm; yanılmışım. Ufak-tefek iskontolar var fakat kaale almaya değmez. Hangi kitapçıya girseniz, küçük bir pazarlıkla o fiyatları bulursunuz.

4- Fuarda en büyük meşakkati, imzaya gelmiş yazarlar görmekte; yazar ve edip takımının ezelî ve ebedî yalnızlığından serlevhalar gösteren bu manzaraya acımadım desem yalan olur. Sahra çölünde transatlantik vapuru beklemek gibi bir şey yazarın okuyucu beklemesi; hattâ -ismi lâzım değil- birinin elinde sinek kovalayacak plastik âlet gördüm diye hatırlıyorum.

5- Tüyap ziyaretçileri için yegâne iyi haber, tuvalet hizmetlerinin bedava olması. Tüyap organizatörlerinin bu incefikirliliğine medyûnu şükrânız.

Gelgelelim Mustafa filmine; bu film hakkında yorum yapmak için çok geçerli bir sebebim var çünkü filmi görmedim; bununla beraber, "dedi ki... demiş ki..." şeklinde bir dedikodu sarmalı icad ederek ulaştığı reklam başarısıyla prodüksiyon mesarifini çoktan çıkarıp, daha şimdiden kâra geçen bu "piyar" zekâsına hayranlığımı ifâdeden çekinecek de değilim ha.

Bakalım tâze prezidan Obama ne diyecek bu filme; ha, bir de Hüseyin Üzmez'i ne zaman ayıplayacak diye sabırsızlıkla beklemekteyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi